Ana Sayfa Yazılar ÖZGÜR BURSALI YAZDI: BİR NEO-SOYTARININ PORTRESİ

ÖZGÜR BURSALI YAZDI: BİR NEO-SOYTARININ PORTRESİ

1835

Özgür Bursalı, Öncü Gençlik Genel Başkanı

14.Asır, Avusturya Dükü IV. Leopold İsviçre’ye saldırma kararı aldığında, tüm ülkeden ona tek ve en isabetli karşı çıkışı soytarısı yapmıştı.
15. Asır, Meksika’da Montezuma’nın görkemli sarayında soytarılar felsefe yapardı…
13. Charles döneminde Fransa’yı imparatorun değil, soytarısı Marais’nin yönettiğini yazan tarih kitapları var.
16. Asrın sonları, Osmanlı… On parmağında on marifet soytarıların, padişahı sinirli olduğu zamanlarda güldürmek ve onları düşünmeye sevk etmekti.
Kağıt oyunlarındaki şu her derde deva joker de soytarıdır mesela, her şekle girebilir…

Hükümdarların, saraylarında soytarı bulundurma geleneğinin tarihi binlerce yıllıktır ve eski Mısır’a, Beşinci Sülâle zamanına kadar gider. Soytarılık tarihi aslında insanlık tarihi kadar eskidir.  Ancak soytarıların kimliklerini bulup, kurumsallaştığı alanlar, saraylardır. Saraylar ve soytarıları her daim, tarihte konuşula gelmiştir. Esas itibariyle soytarı da batı ürünüdür. Soytarının yeri her zaman kralın ya da padişahın koltuğunun yanıdır. Sarayın özel kişiliklerindendir. Sarayda yetkisi görece geniştir. Krala yakındır. Bazen yakınlarında, bazense pek uzakta görünmesini de iyi bilir. Memleketteki asıl saltanatı da soytarılar sürer. Bir gerçek var ki: Soytarılık maharet işidir. Shakespeare oyunlarının da en bilge kişileridir soytarılar. Her dönemin sarayların ve soytarıların vardı. Yine her dönemin soytarıları farklı birer prototip olarak tarih sahnesinde yer almıştır. Soytarısız saraya, “saraysız krala” pek rastlanmamıştır.

Neo-Soytarı

Tarih içinde hiçbir şeyin saf kalmadığı gibi “soytarı” da dönüşmüş, değişmiştir. Eski soytarıların olumluluklarını bile üzerinde taşımayan, yani soytarı bile olamayan “soytarıların” varlığı, günümüzde devam ediyor. Biçimsel ve özsel olarak farklılıklar vardır artık. Ancak yine yetkileri vardır, yine güldürür, eğlendirir, batının bir parçasıdır ve kralın ya da iktidarın karşısında değil, ortağıdır.

Yıl 2015… Yaşamaktayız, bizim dönemin de bir kaçaktan bir sarayı var. Saray olur da soytarı olmaz mı? Ancak bu seferki soytarı biraz şaşkın… Şaşkın çünkü saray yerine, saraylar saltanatlar deviren devrimlerin meclisi, TBMM’nin koridorlarında, kürsülerinde rastlıyoruz kendisine. Hal böyle olunca bizim yazımızın da konusu oluveriyor. Pek yakındır, kralının ve “sarayının” da yerini bulacaktır. Vizyondaki bize izlettirilen “filmin” yazarı, yönetmeni ve oyuncusudur aynı zamanda.
Aylık eğlendirme fonunu da tıkır tıkır alır bu soytarı. Sonsuz özgürlük vardır, kraldan çok kralcılık yapanlarla da arasından su sızmaz! Meclis kürsüsünde yaptığı laf cambazlıklarının dayanılmaz hafifliğini iliklerine kadar hisseder. İşte günümüzün neo-soytarısı: Sırrı Süreyya Önder…

 

Hakikate “Gel Hele”

Bütün bu gülmecenin büyüsü içinde, karakteri gereği, kralını deviren cumhuriyete de karşı konumlandırır kendisini. Vidyo paylaşım sitelerinin vazgeçilmezidir, bol tıklanır. Karanlığa sallanan yumruktur, boşa çıkan aparkatların “sırrıdır.”  Komik siyasi içerik denilince akla ilk o gelir! Bol ajitasyonlu solculuk satar her yerde. Her hayat hikayesini anlattığında duygulandırır karşısındakini, geçmişinin faturasını da koyar ortaya. Acının, işkencenin rantçısıdır. Yememiş, içmemiştir hiç. Yokluk içinde mücadelelerden geçerek oturmuştur ceylan derisi meclis koltuklarına da(!)  Senaryo gereği yağlı ballı komikliklerinin arasında kemalizme küfreder, cumhuriyet devrimine karşı kinini kusar. Tüsiad’la kolkola halaya giren, ABD’den rol kapma yarışında olan siyasi akımın “devrimcisidir.” Yeri gelir Adıyaman şivesiyle halkın vicdanında kendine yer açmaya çalışır, yeri gelir “sempatik bıyıklarının”  altından, Cihangir’de portakal suyunu yudumlar. Bu karışımdan beslenerek bugün için çözüm olarak sunduğu tasarımın öncüsü ise, Bediüzzaman’dır. (1) Paçalarından akar devrimciliği, zira bir kere bile emperyalizm demeden bir dönem milletvekilliği yapabilmek kolay iş değildir. Şaşırmıyoruz, neo-soytarılığın inceliklerindendir. Sırrı Süreyya solculuğunun sırrı buradadır: Kurbağa, gökyüzünü kuyunun ağzı kadar sanır. Sırrı Süreyya, soytarılığın ufkunu çizmektedir.

Kirpi, Yavrusunu Pamuğum Diye Severmiş

Kimilerine göre “Sırrı Abi” pek şirindir. Gericilik çoğu zaman bu şirinliği perde yapar önüne. Filler de şirindir ancak binlerce karıncayı ezmektedir. Filin hortumuna, güzel kulaklarına, gözlerine aldanıp ezdiği karıncaları görmezden gelemeyiz. Meclis başkanvekili AKP’li Sadık Yakut, bütçe kanunu tasarısı tartışılırken, oturumun gerilimini azaltmak için ona zoraki konuşma verir: “İçtüzüğün 60. Maddesi gereğince esprili konuşmanızla biraz da gergin ortamı yumuşatmanız için buyrun…” cümlesi, kirpiler ve yavruları arasındaki ilişki olarak meclis kayıtlarına da geçmiştir. İktidarın temsilcisi de halinden memnundur, tatlı tatlı seyreyler soytarıyı. Soytarı, ezberlediğini oynar,  bir gün “kılıç mesafesinden fazla yaklaşmayın” diyerek tehdit ettiği kişilerin, ertesi gün koltuğunun altından çıkabilir. “Kirpilerin” dünyasında olağandır.
Kişinin zekası da içinde bulunduğu çevre koşullarından bağımsız gelişmez kuşkusuz. Bilinç, toplumsal pratiğin bir ürünüdür. 68 önderlerinden Hasan Yalçın, devrimci olmayı ve zeka ile ilişkisini şu şekilde tarif ediyor:

“aydınların devrimci oluşu, emekçilerin devrimci oluşundan biraz farklıdır tabi. bir aydın, acı çeken halka acıyarak, yüreğiyle devrimci olur. ‘lanet olsun’ der, olup bitenler karşısında ve mutluluğunu başka insanların mutluluğunda arar. zenginleşme ve bireysel olarak rahat yaşama imkanları olduğu halde devrimci olan aydınlar böyledir.
İkinci yol zeka yoludur. dünyaya bir satraç oyuncusu gibi bakarak, güçler arası hesaplaşmalarda bir zeka lezzeti bularak, bu lezzetle tatmin olarak devrimci olanlar da vardır. hoş bir oyun yani; taktik yapıyorsun, o güç buraya geliyor, bu güç oraya gidiyor. (…). bu yoldan devrimci olanlar da var; yani kafalarıyla. böyleleri biraz acımasızdırlar, öyle insanlar ölmüş falan, ona pek bakmazlar. bunların devrimcilikleri zora pek gelmez, bakmışsınız sıkılmışlardır, başka bir oyun oynamaya yönelirler. böylelerini ben çok tanımışımdır. döneklerin çoğu bunlar arasından çıkar.” (2)

Son Şakasını Yaptı

İşte Sırrı Süreyya da bu ikinci yol üzerinden kimliğini kaybeden “solculardandır.” Farklı oyunların piyonudur. Emekçi halktan ve vicdandan nasıl koptuğunu, bugünkü çizdiği manzaradan anlamak çok güç değil. Yolsuzluk oylamaları sırasında bir toplumun kanını emen iktidarın temsilcileriyle el-ense gülüşmeleri, şakalaşmaları, kuşkusuz bir “nezaketle” açıklanamaz. Bu olsa olsa ortaklıktır. Bir bilinç ve zihniyet ortaklığıdır. Zira onur ve vicdan bu karelerde ayaklar altındadır. Meclis kürsülerinden, sonraları terk ettiği gezi parklarından, içeriksiz edebiyat üreterek, vicdanı da alınan satılan bir meta haline getirmiştir Sırrı Süreyya solculuğu. Artık güldürmemektedir. Tüm bunların içinde zeka ise dünyayı değiştirme çabası içerisinde anlam kazanır. Ezenin yanında, emekçi halkın karşısında konumlanan zekanın iflası ve rezilliği kaçınılmazdır. Teşbihte hata olmaz, Sırrı Süreyya Önder, Türkiye’de siyasetin Sabri Sarıoğlu’sudur…

Bak Postacı Gidiyor

Yönetmenlikten meclis kürsülerine transfer olan Sırrı, yine başbakan yardımcısı Yalçın Akdoğan’a da bilgi vererek bu dönemin sonunda yorulduğunu ve siyasetten çekileceğini açıkladı. İmralı üzerinden yaptığı kadrolu postacılığı mı yordu onu, yoksa siyasi bir kabızlık içine mi girdi bilmiyoruz ancak, bir dönemin saltanatını sürerek ayrılıyor meclisten.

Bazen ülkede erdemsizliklerin ün kazandığına da şahit oluruz. Bugün de işin “sırrı” budur. Çürümüş düzenin ideolojik karakterinin yansımasıdır gördüğümüz. Ancak yeni kurulacak topluma doğru, soytarılığın iktidarının ömrü uzun değildir. Erdemlilerin, gerçekten gülebilmenin tadına varılacağı, sahte gülücüklerin ve yapay ortaklıkların son bulacağı günlere geliyoruz. Soytarılar, krallarıyla birlikte tarih olacaktır.

(1)(Zaman gazetesine verdiği röportajdan, 2011)
(2)Hasan Yalçın, Ortak Aklımız Parti, Kaynak Yayınları

oncugenclik.org.tr