Samet Kunt, Öncü Gençlik GYK Üyesi ve İzmir İl Başkanı
ABD’nin düşmanlarına karşı uyguladığı ”CAATSA” yaptırımları için birçok şey söylenebilir. Ancak belki de en önemli gerçek bu yaptırımlar ilk olmadığı gibi son da olmayacaktır.
150 yıldır emperyalizme karşı savaşıyoruz. 1. Dünya Savaşı’nda İngiliz-Fransız emperyalistlerinin ambargosuyla karşılaştık. İTC hükümeti, kapitülasyonları kaldırarak ve savaşa uygun devletçi bir savaş ekonomisi inşa ederek savaşı ekonomik alanda da yürüttü.
1920’den itibaren kendi kendine yeten, dengeli ve planlı bir kalkınmayı esas alan, devletin öncülüğünde kamu yararını gözeten bir ekonomik yapısı olan Türkiye inşa edilmişti. 1945’ten sonra ise Truman Doktrini ve ardından gelen Marshall yardımlarıyla Türkiye’de yeni bir süreç başladı.
1945’te siyasal açıdan “Küçük Amerika”(1) olarak ifade edilen sürecin ekonomik karşılığı, Amerika’nın kredilerine ve yardımlarına muhtaç olunacak hale gelmekti. 1980’den sonra ise bu durum daha da ağırlaşarak hükümetlerin ABD’den para bulduğu taktirde iktidarda kalabildiği bir Türkiye manzarası oluştu.
Bütün bunlardan dolayı ABD ambargosu Türkiye açısından her zaman korkulacak, çekinilecek bir durum halini aldı. 1964 Johnson mektubu (2), Kıbrıs Barış Harekatı ve haş haş ekimi sebebiyle de daha önceleri ABD ambargosuyla karşılaşmıştık. Bugünü anlamak açısından o dönemi iyi kavramak ve dersler çıkarmak zorundayız.
TÜRKİYE’NİN MECBURİYETLERİ
Türkiye bir NATO ülkesi olmasına rağmen ABD tarafından her zaman kolaylıkla yönetilen bir ülke olmadı. 1945-2014 arasında Türkiye Amerikan hegemonyası altında olmasına rağmen, Amerika’nın çıkarlarına ciddi anlamda zarar verecek düzeyde adımlar atıldı. Amerikan Gladyosu hiçbir zaman Türkiye’de istediği gibi at koşturamadı.
Türkiye’nin mecburiyetleri ve iç dinamikleri her zaman belirleyici oldu. Tarihten gelen imparatorluk ve devlet geleneği, milletimizin bağımsız yaşama kültürü, Kemalist Devrim’in kazanımları ve üretici sınıfların mecburiyetleri Türkiye’nin iç dinamiklerini oluşturuyor ve Amerika’ya direnç gösteriyordu.
27 Mayıs, Kıbrıs Barış Harekatı, 1971 ve 1980 Amerikancı Darbeleri’nin kısa sürede çekilmek zorunda kalması, 1995 Çelik Harekatı, 1 Mart tezkeresinin reddi, 28 Şubat vb. durumlara birçok örnek ekleyebiliriz. Bu kırılma noktaları Türkiye’nin gösterdiği dirençleri ifade ediyor.
Milli Devlet refleksi dönem dönem ABD’nin Türkiye’ye karşı sert tutumlar almasına ve ambargolar uygulamasına sebep oldu. Milli refleksimize örnek olması açısından ODTÜ’de arabası yakılan ABD Büyükelçisi Kommer’in 7 Mayıs 1969 tarihinde Amerika Hükümeti’ne Türkiye hakkında yazdığı raporu incelemekte fayda var.
- 1960 Devriminden beri birbirini izleyen Türk Hükümetleri ve Türkiye’nin etkili siyasal azınlığı dünyadaki rolünü ve ABD’nin açık ara en büyük rolü oynadığı ittifaklar yelpazesini tekrar tekrar gözden geçirmekteler”
- “Türkiye’nin çıkarları Sovyet ve Arap dünyası ile ilişkilerde somut gelişmeler kaydedilmesini gerektiriyor”
- “Bunu başaramazsak Türkiye’nin batıya yöneliminde aşınmanın devam edeceğini şimdiden söyleyebilirim. 5-7 yıl içinde tarafsız bir Türkiye ortaya çıkarsa şaşırmayacağım.” (3)
Bu alıntı Türkiye’nin Amerika tarafından nasıl göründüğünü ve Türkiye’nin dinamiklerini anlatması açısından çok öğreticidir. Türkiye bu süreçte ABD ambargolarına karşı dik durdu.
Johnson mektubuna karşılık Kıbrıs Meselesi milli bir politika haline getirilerek 1974 Kıbrıs Zaferi kazanıldı. 1974’te başlayan ABD ambargosuna Amerikan üslerini kapatarak, Sovyetlerle yakın ilişkiler kurarak ve milli savunma sanayi konusunda önemli adımlar atarak cevap verdik.
BATI’DAN KOPAMAMANIN SONUÇLARI
2014 yılına kadar olan süreç Amerika’ya milli devlet refleksi göstermekten ileriye gidemedi. Amerika’ya karşı takınılan tavır, Batı’dan sistemli bir şekilde kopmayı ve İsmet Paşa’nın dediği gibi ”Yeni bir dünyada yerimizi almayı” sağlamadı. (4)
Amerikan Emperyalizminden sistemli bir kopuş ancak devrimci bir süreçle mümkün olabilirdi. Siyasi, iktisadi, askeri ve kültürel her alanda topyekün bir savaşa girmek ve bundan sonuç almak gerekirdi. Ancak o yıllarda hem dünya dengeleri ve Amerika’nın durumu hem de Türkiye’nin iç dinamikleri Amerika’dan temelli bir kopuşu sağlamadı.
O dönemin hükümetlerinin programlarında açıkladığı dış politikalarına bir bakalım (5), Bülent Ecevit’in BBC’de Amerikan ambargoları ile alakalı verdiği röportajı izleyelim (6) hiçbirinde Batı’dan temelli kopma iradesini göremezsiniz. Gösterdiğimiz milli refleksler Türkiye’nin bugünler de gösterdiği dirence temel oluştursa da Türkiye’nin bölünmesini engellese de temelde batıdan kopma iradesi taşımadığı için 15 Temmuzları yaşamamıza ve 2015 yılında Hendek Savaşlarını vermek zorunda kalmamıza engel olamadı.
Mesele refleksten öte, saldırıya geçmek ve Amerika’nın prangaları kırmaktır.
YAPTIRIMLARIN BUGÜNKÜ ANLAMI
2014 yılında Ergenekon tertibinin çökmesiyle Amerikan rüyasının sonuna geldik. Bugün yaşadığımız Amerika’dan kopma süreci değildir. Türkiye gösterdiği dirayetle Amerika’dan kopmuştur. Amerika, Türkiye’yi tekrardan hakimiyeti altına almaya çalışmaktadır. O sebeple bugün yaşanan Amerika’dan kopma mücadelesi değil, tekrardan Amerika’nın dümen suyuna girmeme mücadelesidir.
CAATSA yaptırımları böyle bir Türkiye’ye karşı uygulanmaktadır. CAATSA yaptırımları Türkiye’nin tutumunun bir nedeni olduğu gibi, Türkiye’de Amerikan karşıtlığını daha da çok arttıracak sonuçlara yol açacaktır. CAATSA’ya karşı en net tutum İncirlik, Kürecik vb. üsleri Amerika’ya kapatmak, NATO’dan çıkmak ve Rusya, Çin gibi ülkelerle Doğu Akdeniz’de ortak tatbikat yapmak olacaktır.
Bugünkü yaptırımlar ve devletimizin yaptırımlara karşı tavrı, 1960’lardan 1970’lerden çok farklıdır. Bugün Türkiye önceki süreçlerden farklı olarak yaptırımlara, Batı’dan kopma iradesiyle karşılık vermektedir. Vatan Partisi bu yaptırımlara karşılık NATO’dan çıkma ve İncirlik’i kapatma çağrısı da yapmıştır. Bu adım stratejik bir karardır ve sonuçları itibariyle bir daha 12 Martların, 12 Eylüllerin, Ergenekonların ve 15 Temmuzların yaşanmayacağı bir Türkiye yaratacaktır.
DİPNOT:
1) 2. Dünya Savaşı’nın bitmesiyle Amerika-SSCB rekabeti başladı. Türkiye bu saflaşmada Amerika’dan yana tavır aldı ve Batı Kampı’na katıldı. Dönemin CHP Hükümeti’nin genç bakanı Nihat Erim ise bu süreci Küçük Amerika olacağız diyerek özetledi. Demokrat Parti, Türkiye’yi NATO’ya sokarak bu programı aynen devam ettirdi.
2)1963 yılında Kıbrıs’ta, Rumlar tarafından Türklere saldırı başlatıldı. Türkiye ise bu duruma kayıtsız kalmayarak Kıbrıs’a müdahale etme seçeneğini gündeme getirdi. Dönemin ABD Başkanı 1964 yılında İsmet İnönü’ye yazdığı mektubunda diplomatik nezaketlere aykırı olarak saldırgan bir üslüpla böyle bir müdahalede Türkiye’ye yardım etmeyeceklerini ve tavır alacaklarını ifade etti. Bu mektup Türkiye’de yükselen Amerika karşıtlığını daha da derinleşmesini sağlamıştır.
3) Cüneyt Akalın, ABD ve Türkiye-2 Yumuşama Yılları(1961/1989), Kaynak Yayınları, Nisan 2011, s. 177-181.
4) Başbakan İsmet İnönü Johnson mektubundan önce, New York Tımes’a verdiği bir demeçte ‘’Yeni Bir Dünya Kurulur Türkiye de o dünya da yerini alır’’ sözleriyle Amerikan Politikalarına tavır göstermiştir. (a.g.e, s.107)
5) Sadık Erdaş, Hükümet Programlarında ve Program Müzakerelerinde Dış Politika (1920-1980), Siyasal Kitabevi, Ekim 2018 Ankara.
6) https://www.youtube.com/watch?v=2DPwRfiu_m8