Ana Sayfa Manşet TÜRKİYELİLİK VURGUSU KİMİN HİZMETİNDE?

TÜRKİYELİLİK VURGUSU KİMİN HİZMETİNDE?

5

Milli Savunma Üniversitesi Rektörü Sayın Erhan Afyoncu’nun Türkiyelilik ve Türklük kavramları üzerine yaptığı açıklamaların etkisi devam ediyor. Erhan Afyoncu ‘’Türkiye’de bazı kesimler farklı etnik kökene sahip birisi kimliğini ifade edince ‘özgürlük ve demokratik hak” olarak görüyorlar. Türk’üm diyince ‘ırkçılık, faşizm’ olarak yorumluyorlar. İsteyen kendi kimliğini istediği gibi ifade eder. Hiçbir engel yoktur. Ancak bizim kimliğimizi sınırlamaya kalkmasınlar. Biz Türkiyeli değil Türk’üz.’’ diyerek tartışmaya dahil olmuştu. Destek verenler olduğu gibi eleştirenler de oldu.

Eleştirilerin merkezinde Sayın Afyoncu’nun açıklamalarının bütünleşme sürecine zarar verdiği görüşü vardı. Ancak eleştirilerin aksine sürece zarar veren Türklük vurguları değil, Türkiyelilik vurgularıdır. 

Sürece zarar veren ve hedef alan unsurları kabaca aşağıdaki gibi sınıflandırabiliriz. 

  1. Abdullah Öcalan da birçok defa sürece İsrail’in müdahaleleri olabileceğini söylemişti. İsrail’in Suriye’ye attığı bombalar, YPG’ye “silahını bırakma” mesajıdır. ABD ise İsrail üzerinden sürecin karşısında konumlanmaktadır. Sürecin baş düşmanı ABD ve İsrail’dir.
  2. CHP’nin sürece destek veren tutumu kimseyi yanıltmamalıdır. CHP’nin anadilde eğitim ve “eşit yurttaşlık” talebi, bütünleşme sürecine aykırıdır. CHP, bütünleşme sürecini etnik bir kazanıma çevirmek isteyenlere güç vermektedir. Bu da süreci zora sokmaktadır.
  3. PKK ve kimi DEM Partili yöneticilerin Abdullah Öcalan’ın bütünleşme çağrısına muhalefet ederek millet tanımını hedef alması, anadilde eğitim talepleri ve milli devleti zaafa uğratacak isteklerde bulunmaları da bütünleşme sürecine aykırıdır.
  4. AK Parti’nin içinde ve çevresinde bulunan bazı kesimler, yeni Osmanlı hayalleriyle milli devlet karşısında konumlanmaktadır. Yine aynı kesimlerin “Türkiye himayesinde Kürdistan” söylemleri de aynı programın parçasıdır.
  5. Zafer Partisi ve İYİ Parti türünden Gladyo partilerinin, PKK’nın silahsızlandırılması sürecine popülist ve milli duyguları istismar edecek politikalarla karşı çıkması da dikkat çekicidir. Ancak çok başarılı oldukları söylenemez. İYİ Parti’nin Bursa mitingine birçok parti destek vermiş ve onlarca ilden katılım sağlanmıştı; buna rağmen 4-5 bin bandını aşamadılar.

Sürece esas zararı, doğrudan karşısında konumlananlar değil, içinde gözüküp farklı ajandalara sahip olanlar veriyor.

MİLLET VE MİLLİ DEVLET GERÇEKLİĞİ

Millet ve milli devlet olgusu tarihsel bir gerçektir. Her çağın kendine özgü ekonomik gerçekleri ve bu gerçekler üzerine inşa edilmiş siyasi-toplumsal düzenleri vardır. Bu gerçekleri kafanıza göre değiştiremezsiniz; bu gerçekler, zamanın ve mekânın akışı içinde oluşur. Bu değişime göre hareket edenler geleceğin kurucuları arasında yer alırken, karşı duranlar tarihin dışına çıkar. 15 bin yıllık sınıflı toplum tarihinde yüzlerce örnek bulabiliriz.

Özel mülkiyetin geliştiği, insanlığın tarım toplumuna geçtiği koşullarda nasıl ki “Biz geleneklerimizden kopamayız, ilkel komünal düzende ısrar etmeliyiz.” demenin bir gerçekliği yoksa, bugün de milli devleti inkâr etmenin sağlam bir zemini olamaz. Geçmişte ilkel komünal toplumda ısrar edenler oldu; onların muhalefeti yüzlerce yıl sürdü, ancak kaybettiler. Sonuç olarak tarihi yerleşik hayata geçenler ilerletti. Aynı durumu feodal-tarım toplumundan demokratik kapitalist topluma geçerken de yaşadık.

MİLLETLEŞMEK VE BÜTÜNLEŞMEK

Kemalist Devrim’in Kürt politikası, toprak ağalığını sınıfsal temelleriyle tasfiye etmek ve “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir.” felsefesiyle milletleşme sürecini başarıya ulaştırmaktı. Kemalist Devrim’in bütün etnik kimlikleri, tarihsel bir zorunluluğun gereği olarak Türk siyasal kimliğinde birleştirme hedefi, 1945’ten itibaren Kürt kökenli vatandaşların reddedilmesine ve bu sorunun temeli olan toprak ağalığı ile ittifaka dönüştü.

PKK; Kemalist Devrim’den sapan, “küçük Amerika” hükümetlerinin sonucunda ortaya çıktı. ABD ve İsrail ise bizim iç sorunumuzu kendi çıkarları temelinde bölgesel bir soruna dönüştürdü. 2000’li yılların başıyla birlikte Kürt meselesi özgürlükler açısından çözüldü. Bugün her yerde kolaylıkla Kürtçe konuşuluyor, Kürtçe kitaplar yazılıyor, Kürtçe dersler veriliyor; en önemlisi de, iddia edildiğinin aksine, etnik kimliğine bakılmaksızın Kürt kökenli vatandaşlarımız devletin en üst kademelerinde görevler yapabiliyor. Bu örnekler artırılabilir. Bugün demokratik haklar açısından Kürt sorunu çözülmüştür. Sorun, PKK ve YPG’nin tasfiye edilerek bu örgütlerin silahlı ve silahsız unsurlarını Türk milleti ve devletiyle bütünleştirmek ve İsrail-ABD’nin elinden almaktır. Bütünleşmek ise millet ve milli devlet çatısı altında olur.

Anadilde eğitim, anayasadaki vatandaşlık bağını değiştirmek, “eşit yurttaşlık” adı altında milli devletin altını oymak, bütünleşme sürecine tamamen aykırı uygulamalardır. Zaten ABD ve İsrail de PKK/YPG’ye bunları vaat etmektedir.

Birincisi, bu uygulamalar Kürt kökenli vatandaşlarımızı azınlık konumuna düşürmektedir. Vatandaşların eşitliği, 85 milyon vatandaşımızı kapsamakta ve herkesi eşitlemektedir. Ancak “eşit yurttaşlık”, Kürtleri Türk’ten ayırarak azınlık yapmakta ve ikinci sınıf insan konumuna getirmektedir.

  • İkincisi, bölünmenin zeminini yaratmaktadır. Ayrı bir ulus örgütlenmesinin olması, bütünleşmenin önüne geçeceği için Türk’ü ve Kürt’ü birbirinden kopartacaktır. Bu da bölünmenin zemininin gün geçtikçe gelişeceğini gösterir. Yarın öbür gün belli koşullar oluştuğunda bu zemin üzerine daha güçlü ayrılıkçı hareketler çıkacaktır. Irak, Lübnan, Suriye önemli örneklerdir. Ayrı ulus örgütlenmesinin varlığı, o ülkeleri dış müdahaleye açar ve sürekli istikrarsızlığın kaynağını oluşturur.
  • Üçüncüsü, milli devletin altının oyulması ABD-İsrail’in hedefidir. Tom Barrack’ın dediği gibi İsrail bölgede güçlü ulus devletler istememektedir. “Böl, parçala, yönet” politikasını bütün açıklığıyla anlatmıştır. Bu sadece İsrail’in değil, ABD’nin de politikasıdır. ABD-İsrail bütünleşmeye karşıdır; dolayısıyla ABD-İsrail’in taleplerini karşılamak, bütünleşme sürecine zarar verecektir.

TÜRKİYELİLİK VE TÜRK MİLLETİ

Türkiyelilik vurguları milli devlete karşıdır. Zaten Türkiye’nin çok kültürlü Osmanlı mirasına sahip çıkarak bölgesel güç olabileceği iddiası da Türk Milleti’ni ve milli devleti hedef alıyor. Türkiyelilik, işte bu mirası sahiplenmenin söylemidir. ABD-İsrail ile birlikte İran başta olmak üzere bölge devletlerini hedef almak, İbrahim Anlaşmaları’na dahil olmak ABD-İsrail’in bölgedeki planlarına hizmet etmek olur. ABD-İsrail’e hizmet mevzisinde PKK nasıl silahsızlandırılacak? ABD ve İsrail’in mevzi kazandığı bir yerde PKK/YPG o cepheyi nasıl terk edecektir?

Zaten bunu savunanların öyle bir hedefi de yok. ABD-İsrail’in çizdiği sınırlar içinde PKK/YPG ile Avrasya karşıtı bir ittifaka girişmenin siyasal karşılığı da Türkiyelilik, yeni Osmanlı ve federasyon oluyor. PKK/YPG ve ABD-İsrail’e istediklerini vermek ve bunun karşılığında ABD-İsrail’in dostluğunu kazanmak, bütünleşme sürecinin içindeki bombalar ve fitnelerdir. Türkiyelilik vurguları yapanlar, Türk Milleti’ni ve milli devleti hedef alanlara, bilinçli veya bilinçsiz, bu programa hizmet etmektedir.

Türk Devleti’nin yaptırım güçlerinin ve Türk Milleti’nin bu plana karşı olduğu biliniyor. Yine AK Parti içinde de bu programa güçlü bir karşıtlık var. Kimsenin gücü, ABD-İsrail’in gerilediği bir dönemde Türkiye’yi Avrasya’nın karşısında ABD-İsrail müttefiği yapamaz. Türkiye, Ukrayna, GKRY veya Yunanistan değildir.

Bütünleşme sürecinin hedefine ulaşması için ABD-İsrail’in bölgeden tasfiye edilmesi gerekir. Ayrı örgütlenme ayrılığa götürür. Ayrı bir ulus örgütlenmesinin önünü açmak yerine milletleşme ve bütünleşmeye uygun siyasetler geliştirilerek Türk-Kürt birliği güçlendirilmelidir. Milli devlet kuvvetlendirilmelidir. Silah bırakan bütün PKK/YPG unsurları ayırt edilmeksizin affedilmeli, istedikleri takdirde de yasal siyaset yapmalarına müsaade edilmelidir. İşte bu program, ABD-İsrail’in değil, Türkiye’nin çözümüdür. Bu programın siyasal karşılığı da milli devletin güçlendirilmesi ve Türk Milleti çatısı altında bütünleşmektir.

Görüldüğü gibi süreç içinde iki program, iki güç, iki hedef çarpışmaktadır. Türkiyelilik söylemleri, bütünleşme mevzisinde gözüken ancak bütünleşmenin altını mayınlayan söylemlerdir. Milli devleti güçlendirme ve Türk Milleti çatısı altında bütünleşme vurguları ise ABD-İsrail’in etkisizleştirilmesi, PKK/YPG’nin silahsızlandırılması ve Türkiye ile bütünleşmesi yönünde siyasetlerdir. Milli Savunma Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sayın Erhan Afyoncu ise bulunduğu konuma uygun ve kararlı bir tutum göstermiştir. Devletin ezici çoğunluğu ve Türk Milleti de bu tavrı paylaşmaktadır.