Ana Sayfa Yazılar HÜSEYİN BARAN KARABULUT YAZDI: SALGIN, YABANCILAŞMA, MAFYA REJİMİ, YENİ DÜNYA

HÜSEYİN BARAN KARABULUT YAZDI: SALGIN, YABANCILAŞMA, MAFYA REJİMİ, YENİ DÜNYA

1891

Hüseyin Baran Karabulut, Öncü Gençlik Antalya İl Sekreteri

Tüm dünyayı kasıp kavuran koronavirüsün sıradan bir virüs olmadığını tespit etmek gerekir. Bu tespiti yapmamızı sağlayan en önemli özellik salgının zamanlamasıdır. Salgın, insanlığın ‘Yeni Dünya’ya her geçen gün daha da yaklaştığı bir zamanda ortaya çıktı ve dünya ölçeğinde cevabı aranan birtakım sorular da ortaya çıkmış oldu. Dolayısıyla salgını bir süreç olarak nitelendirmenin ötesinde, sürece etkilerinin neler olduğunu ve bu etkiler bağlamında salgını devrimci teoride nereye oturtmamız gerektiğini cevaplandırma gibi bir sorumluluğu yerine getirmeliyiz.

Kendini Nesne Olarak Gören Yaklaşım!
Ütopiklere baktığımız zaman virüs, insanlığı kendi başına sosyalizme geçirecektir. Hatta onlara kalırsa bu geçişi emperyalist-kapitalist sistem de kabul edecek ve sadece izleyecektir. Bu mümkün değildir. İnsanlık tarihinde hiçbir sistem kendiliğinden ya da sadece nesnel koşullar ile yıkılmamıştır. Hele ki kapitalizm gibi insanın yabancılaşmasını ortaya çıkaran ve tekelleşmiş dönemindeki vahşi bir sistemin kendiliğindenci bir süreçle yok olacağını savunmak tarih bilmezliktir. Bu tezi savunmak demek insanlığın en büyük icatlarından biri olan partiyi/örgütlü mücadeleyi gereksiz kılmak, hatta dogmacılar gibi gökten gelen bir gücün tesirinde dünyanın değişeceğine inanmaktan çok da farklı değildir. Oysaki insanlık tarihi, bireylerin niyetli eylemleriyle gerçekleşir. Bu niyetli eylemler sonucunda niyetlenilmemiş bazı sonuçların da eklemlenmesi ile ortaya toplumsal yapıların yeniden üretimi çıkar. Bu yanlış düşüncenin ortaya çıkması başlı başına ayrı bir yazı konusu olmakla birlikte biz bu düşünceyi şimdilik postmodernizmin yeni bir safsatası olarak nitelendirip kitlelerce kabul görülmediğini belirtip salgının mikro ve makro ölçekteki etkilerine ve sonuçlarına özetle değineceğiz.

Salgının Makro Ölçekteki Etkileri
Makro ölçekteki etkilerine baktığımız zaman bu salgın bize en başta neoliberalizmin ‘‘devletlerin çağı bitti, şirketler çağı başlıyor.’’ , ‘‘devlet, jandarma görevi görsün. Ekonomi bireylerindir. Devlet ekonomiye girerse halk refah seviyesine ulaşamaz.’’ Savlarını yerle bir etti. Nesnel koşul böylelikle bu konuda da özne olan bizlerin mücadelesini doğrulamış oldu. Bu süreç içerisinde emperyalist-kapitalist sistemin egemen olduğu devletlerin çaresizlik içinde kaldıklarını gördük. Öyle ki özgürlükler sistemi denilen bu sistemler, devletin var olmasının dayanaklarından biri olan ‘‘halka hizmet üzerinden güven kazanımı elde etme’’ dayanağını ortadan kaldırdı. İnsanlığın en temel haklarından olan sağlık hakkını bile gasp etti. Milyonlarca insanı ölüme, açlığa, çaresizliğe itti. Fakat devlet gelenekleri sonucunda ahlaki değerlerini yitirmemiş, toplumu disipline edebilecek merkeziyetçi yapıdaki devletlerin salgına karşı daha tutarlı ve dünyayı kucaklayıcı tavırlarının olduğunu gördük. Bu gerçeklik büyük ölçüde tüm toplumlar tarafından kabul gördü.
Kapitalizmin bağrında yetişen bu mafya sistemi böyle kriz koşullarında büyük krizler yaşamaya elverişlidir. Krizin ekonomik olarak etkilerinin derinliğini görmenin yanında emperyalist-kapitalist sistemin toplumsal açıdan da büyük bir krizin içinde olduğunu tespit etmekteyiz. Ekonomik olarak bu mafya sistemi içinde bulunduğu krizi kısa vade için aşma yeteneğine sahip olsa da uzun vadede kesinlikle kaybedecektir. Çünkü toplumsal değişimi gerçekleştirme ve toplumu eski düzene adapte etme gerekliliğini kolaylıkla kontrol altına alamayacağı bir gerçek olarak önümüzdedir.
Çaresizlik içerisinde çırpınan bazı AB ülkeleri, yeni dünyaya umut bağlarken artık Atlantik sisteminin kaybettiğini söylüyor. Böylelikle yeni dünyaya yönelmenin gerekliliğini kavrayan AB’nin yeni dünyacı ülkelerinin vatandaşları büyük ölçüde duydukları güvensizliğin alternatifi yerine yeni dünyayı koyabilirken ve süreci bu minvalde tahlil etmeye yönelirken(1), emperyalist-kapitalist sistemin tahakkümü altındaki ABD ile AB’nin Atlantikçi ülkelerinin vatandaşlarının bu süreçte en geri tavrı sergilediğini görüyoruz. Öyle ki gelişmiş olarak tabir edilen ABD vatandaşları ve bazı AB ülkeleri krizin faturasını içinde bulundukları sisteme kesmenin, yani devrimci bir tavır sergilemenin dışında kalarak ırkçı tavırlar sergilediler.(2)
Tüm bu gerçeklerin ışığında insanlığın gelişimi ve ilerlemesi daha eşitlikçi, kamucu ekonomide, yani Asya’da diyebiliriz.

Salgının Mikro Ölçekteki Etkileri
Mikro açıdan baktığımız zaman sistemin ‘yeniden üretim’ araçlarından insanlığın genel olarak uzak kaldığını görüyoruz. Bu yapılardan uzaklığın sonucundaysa kimi zaman bocalamalar ancak çoğu zaman yeni insan tipinin nüvelerini tespit ediyoruz. Öyle ki kapitalist üretim sistemi içerisinde bireyler yabancılaşmaya itilmektedir. Yabancılaşma insanların sahip olduğu dönüştürme yetilerini yitirerek, kendi ürünlerinin boyunduruğu altına girmeleri sonucunu vermektedir. Ve bu sürecin sonucunda insan, insan olmanın gerekliliklerinden uzaklaşarak metanın malı konumuna itilir. Ve bu durum içerisinde kendine ayıracak zamanı bile çoğunlukla bulamaz. Bulsa da sistemin kendi insan tipini üretim amaçlı kullandığı çözümler içinde aslında yeniden hapsolur. Charlie Chaplin’in Modern Zamanlar filmi bu yabancılaşmayı ve işte monotonlaşmayı çok güzel sahnelemiştir. Eklemek gerekir ki, yabancılaşma sadece emekçinin sorunu değil, kapitalistin de sorunudur. Marks bu durumu ‘‘Yabancılaşma kavramı sadece emekçi için geçerli değil, toplumun geneli için geçerli bir süreçtir. kapitalistin kendisi bile yalnızca kişileşmiş sermayedir. Kapitalistin ruhu sermayenin ruhudur.’’(3) diye ifade etmiştir. Sermayenin ruhu sürekli kar ve büyüme amacı taşıdığı için mafya sistemine evrilmiştir. Yani bu sistemin yarattığı yabancılaşma sorunu insanlığın sorunudur. İçinde bulunduğumuz süreçle birlikteyse insanlar hayatları boyunca belki elde edemedikleri kadar boş vakit elde etmiş durumdadırlar. Bununla birlikte bu boş zamanı nasıl değerlendireceklerini bilememe hali de gerçekleşmektedir. İnsanlar kapitalist üretimden bir anda ve çoğunlukla ilk defa alışılmışın dışında soyutlandıkları bu süreçte bazı reaksiyonlar göstermektedir. Bu reaksiyonlar dahi yeni dünyada ve mafya sisteminde farklılaşmaktadır. Bu savın en büyük kanıtı ise aynı anda hem kitap okuma, spor yapma, dizi/film izleme oranlarındaki ciddi artış, hem de aile içi şiddetteki artıştır. Artış oranlarında Asya’nın aile bağları kuvvetli ve ahlaki değerlerini yitirmemiş uygarlıklarındaki olumluluklar fazlalığı ile Atlantik sisteminin çürüyen aile bağlarının yarattığı karmaşık toplumlar arasındaki olumsuzluklar gözle görünebilir haldedir. Toplum sistemin araçlarından uzak kaldığında başka bir yönelişe gitme ihtiyacı hissetmektedir. Bu yöneliş ise Asya’nın paylaşmacı insanında olumlu yönde, Atlantik’in tüketim insanında olumsuz yönde kendini gösterebilmektedir. Genel olarak ise bizi ilgilendiren kısmı sonuç olarak salgın, insanların yaşamı sorgulayacakları ve devletlerine karşı güven duygularını gözden geçirecekleri bolca vakit armağan etmiştir. Bununla birlikte can başa düşünce politika ile ilgilenmek tüm insanlığın odağı haline gelmiştir.
Mikro ölçekteki etkilerden bir diğeri ise milli tavır sergilemenin gelişmesidir. Sistem medya gücünü kullanarak milletler içinde neo-liberal kitlelerini harekete geçirerek ikilik yaratmaya çalışsa da zorunluluklar belirleyicidir ve ortak hareket etme zorunluluğunun tek çare olması sebebi ile milletler kendi içlerinde genel itibariyle ortaklaşmaya başlamışlardır. Bununla birlikte ortak noktalar belirginleşmiştir. Dolayısıyla sadece ülkeler kendi içinde bütünleşmenin ötesinde evrensel anlamda da insanlık daha fazla bütünleşmiştir. Milleti millet yapan bazı özelliklerin olduğunu bilmekteyiz. Bunlar ortak acılar, ortak kaygılar, ortak başarılar, ortak gelecek vb. şeklindedir. Aynı durum insanlık için de geçerlidir. İnsanlığın ortak sorunu olan bu virüsle birlikte dünya tek bir aşı için ortak umuda yönelmiştir. O umuda en çok hizmet eden, gerektiğinde yardım elini uzatan kamucu ekonomilere güven artmıştır. İnsanlığın bütün olma yoluna bir katkı da bu salgının yarattığı nesnel koşullarla birlikte gelmiştir. Çin ve Küba başta olmak üzere kamucu ekonomilerin egemenliğindeki ülkeler Büyük İnsanlığa katkı sunmaktadırlar. Türkiye de gerek uzattığı yardım eli ile gerek üretim ekonomisine attığı adımlar ile dünya ölçeğinde takdir kazanmıştır. Yine devletçi-paylaşmacı ülkelerin insanlarında devletlerine olan güven artmışken, şirketlerin egemen olduğu devletlerde ise vatandaşların güveni sarsılmıştır. Trump’ın ‘Chiness virüs’ diye tabir etmesi bundan dolayıdır. Günü kurtarmak amacını taşımanın ötesinde değildir. Çünkü bu tabirle kendi hatasının(vatandaşın sağlık hakkının gaspı) önüne düşman perdesi çekerek vatandaşları esas tepki göstermesi gereken odaktan uzaklaştırmayı başarmaktadır. Ancak kısa vadeli bu çözüm, uzun vadede gerçekleşecek olan sıçramanın önüne geçemeyecektir.
Yine kitap okuma oranlarındaki artışın içeriğini incelediğimizde de tüm bu savlarımızı doğrulayacak bir veriler bütünü ile karşılaşıyoruz. En çok satan ve indirilen kitaplar şuanda postmodernizmin insanı nesneleştiren kitapları değil, insanın özne olduğu modern dönemin ürünü olan kitaplardır. Bunun tesadüf olmadığını düşünmekteyiz. Daha önce boş zamanda kitap okunur algısı vardı. İnsanlar bu boş zamanlarında okunacak kitaplarını sabah e-postalarına gelen 5 dakikada okunabilir kitaplar(!) ile edinmekteydi. Kapitalizm ise insanı nesneleştirdiği bu kitaplar ile bir araç daha yaratmış oluyordu. Ancak şimdi insanların terazisinde artık boş zamanları ağırlık basmaktadır. İnsanlar boş zaman diye tabir edilenin aslında özgür zaman olduğunun farkına giderek varmaktadırlar. Bu özgür zamanın fazlalığında, insanlar çareyi tekrar insanı özne yapan modern dönemin üretiminde buldular.
Toplum, insan etkinliğinin ikili bir yapısıdır diyebiliriz. Yani toplum, insan eylemesinin hem maddi nedenidir, hem de onun sürekli olarak yeniden üretilen sonucudur. Dolayısıyla insanların tüm bu davranışlarındaki değişim ve dönüşüm sonuç olarak yeni bir toplumu ve yine bu yeni toplum sonucunda oluşan yeni bireylerle sonuçlanacaktır. Yeni toplum bugünden geleceğini ilan etmektedir. Bu ise devrimci mücadele sürecine doğrudan etki yapacak bir durumdur. Çünkü artık farklı bir kitle vardır. Buna yoğunlaşmalıyız.

Devrimci Teoriyi Tekrar Gözden Geçirmek!
21.yy devletler çağıdır diyoruz. Yüzyılımız devletleri kuvvetsiz olan milletlerin emperyalizme karşı mücadeledeki yetersizliklerinin örnekleri ile doludur. Devlet gelenekleri olan ve devletleri müdahaleci olan milletlerin yine aynı şekilde emperyalizme karşı yeni mevziler kazanarak yarının düzenini adım adım işlemeye devam ettiğini gözlemliyoruz. Emperyalizmin hegemonya uyguladığı coğrafyalarda devrimlerin gerçekleşeceği ve bu devrimler sonucunda oluşturulan yeni yapıdaki devletlerin yeni alanlar kazanma mücadelesi ile emperyalizmin bozguna uğrayacağı tespiti, emperyalizme karşı mücadele çağının düşünürleri ve önderlerince yapılmıştı. Ezilen milletlerin emperyalizme karşı başkaldırıları sonucunda emperyalizmi pazarsız bırakmak, emperyalist kutbun karşısında paylaşmacı kutbu koymak esastı. Ancak günümüzde şirketlerin tekelleşmesinden ortaya çıkan mafya sisteminden kapitalist gelişmiş ülkelerin de bazı sorunlar yaşadığını görmekteyiz. Bu sorunların olabileceği önceden Lenin tarafından da kapitalizmin bir çelişkisi olarak görülmüştü. Ancak şimdi o sürecin içindeyiz. Öyle ki bu küresel ölçekteki tekelleşmiş özel şirketler hayatta kalmak pahasına yatırımlarını ucuz iş gücü ve ulaşım olanaklarının bol olduğu ülkelere kaydırarak kapitalist ülkeler ile de ters düştüler. Bu ters düşüş kendiliğinden değil, gelişmekte olan paylaşmacı devletlerin dünya ölçeğindeki ekonomik başarıları sonucunda tekelleşen şirketleri buna zorunlu bırakarak ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla günümüzde beklenmedik kriz dönemlerinde kapitalist ülkeler de üretimlerini şirketlerin insiyatifine bırakmayarak kamuculuğa ağırlık vermek zorunda kalmıştır. Bu üzerinde durulması gereken bir çelişkidir.

Lenin emperyalizmi üç aşamaya ayırmıştı:
1. On dokuzuncu yüzyılın altmışlı ve yetmişli yıllarında serbest rekabet, gelişmesinin en yüksek, doruk noktasına ulaşır; tekeller, belli belirsiz, embriyon halindedir.

2. 1873 krizinden sonra, henüz istisnai, süreklilik göstermeyen geçici olgular durumundaki karteller, önemli ölçüde gelişir.3. On dokuzuncu yüzyılın sonlarındaki bir atılım dönemi ve 1900-1903 krizi: Karteller bütün ekonomik yaşamın temellerinden biri haline gelir. Kapitalizm, emperyalizme dönüşmüştür.

Aynı zamanda Lenin bu aşamaların tahlilinin ardından kapitalizmin en yüksek aşaması olan emperyalizm aşamasının, yani emperyalist-kapitalizmin kendi içinde çelişkide olduğunu vurgulamıştı: ‘‘(…)emperyalizmin başlıca ekonomik temeli, tekeldir. Bu tekel, kapitalisttir, yani kapitalizmden doğmuştur. Ve kapitalizmin, meta üretiminin, rekabetin genel koşulları içinde, bu genel koşullarla sürekli ve çözülmez bir çelişki halindedir. Bununla birlikte, bütün tekeller gibi, kapitalist tekel de şaşmaz bir biçimde bir durgunluk ve çürüme eğilimine yol açar.’’(4) Yani Emperyalist-kapitalist sistemin rekabeti engelleyen tekelci yapısının, kapitalizmin tam rekabeti temel alan yapısının çelişkisinden söz etmektedir.
Lenin’in emperyalizmi durgunluk ve çürüme olarak tarif etmesi aslında bugünkü duruma da ışık tutmaktadır. Tekel şirketlerin adeta at koşturduğu ülkelerde devlet mekanizmaları çok başlı olmalıdır. Çünkü bu çok başlılık ile devlet onlar için yönetilecek bir mekanizma haline gelir. Ancak bu durum devletlerin refleksif hamle kabiliyetlerini de ellerinden almak zorundadır. Bunun sonucunda böyle salgın vb. krizlerde hazırlıksız yakalandıklarında devletler kaderlerini şirketlerin insiyatifine bırakarak en büyük sıkıntıyı yine kendileri çekmektedirler. Bu sorun ise vatandaşların güvensizliği ile sonuçlanmaktadır. Bu güvensizlikle birlikte asayişi sağlamak, toplumu bir arada tutmak, iktidarda kalmak vb. gereklilikler imkansızlaşır. Dolayısıyla bu mafya rejimi artık kapitalist ülkelerin de, yani tüm dünyanın sorunu haline gelmiştir. Böyle bir düzende mafya rejimi artık hayatta kalamayacaktır. Kısa vadede olmasa da uzun vadede gelişmiş kapitalist ülkelerde de devrimci yönde hareketlilikler gözlemlenmesi artık kaçınılmaz olmuştur. Dünyanın zorunlulukları,(üretim ekonomisi, devletçilik vb.) gelmekte olan yeni dünyayı şekillendirirken, tüketim ekonomisi sonucunda yabancılaşan emperyalist-kapitalist coğrafyanın insanını da özgürleştirecektir. Dolayısıyla Mao’nun ‘Devletler bağımsızlık, milletler kurtuluş istiyor!’ söylemindeki devletler ve milletler, bağımsız olup emperyalist-kapitalist sistemin tahakkümü altındaki ülkelerin yabancılaşan insanlarını da kurtaracaklardır.
Atalarımız ne güzel söylemiş, ‘biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar.’ Bakan yiyenin ne yediğini görmeseydi kıyamet hiç kopmazdı. Artık yenilenin ne olduğunu göstermemek için mafya sisteminin elinde araya konulacak bir perde de kalmamıştır. Yani emperyalist-kapitalist sistemin tahakkümü altındaki vatandaşlar, kamucu ekonomilerin insanları giderek özgürleşirken mafya sisteminin altında ezilmeyi kabul etmeyeceklerdir.
Doğu Perinçek’in Mafyokrasi diye tanımladığı bu sistemin ortaya çıkardığı dört sülüğün(sıcak para komisyoncuları, dolar ve borsa vurguncuları, büyük faizciler, tarikat rantçıları) artık sonu yaklaşmaktadır.(5) İnsanlık, yeniden devrim çağına girmiştir.

Sonuç

1-Salgın, çürüyüp gitmekte olan emperyalist-kapitalist sistemin çelişkisini derinleştirmiştir ve dünyayı karşısına almıştır. Kapitalizmin hegemonya sağlayabilmesinin bir gerekliliği olan tekelleşme ile kendi temelinde yer alan tam rekabet yasası arasındaki çelişkinin derinleşmesi ve bir de kamucu ekonomiye sahip devletlerin savaşımı sonucunda mafya sistemi de alaşağı olacaktır. Bunun yerine kamunun ağırlıkta olduğu ve kamunun özel sektörü düzenleyeceği karma ekonomilerin kurulması artık bir zorunluluk olmuştur. Kemalizm, karma ekonomik düzeni ile bütün dünyaya yol göstermektedir.

2-Salgının toplumlarda yarattığı büyük değişim ve dönüşümü neticesinde insanlık bu mafya rejimine tahammül edemeyecektir. Sistemin artık kendi toplumlarını da susturma aracı kalmamıştır. Onları ölüme mahkum eden sistemin önderleri bu krizi 1929 krizine benzetmektedirler. Çünkü 1929 krizinde de kendi toplumları başkaldırmaya başlamıştı ve devrimci bir nitelik kazanmıştı. Ancak o zaman toplumlarını susturacak yeni araçlar geliştirmeyi başarmıştı bu sistem. Şuanda kendi yarattıkları post-modern, rahat, bencil insan toplumlarını susturacak ve yaptığı hataları unutturacak bir strateji geliştirmesi çok zordur.

3-Salgınla birlikte sistemin insanlar üzerinde yürüttüğü psikolojik savaşların yarattığı algı siyaseti yıkılmıştır. İnsanlık çarenin kamuculukta olduğunu büyük bedeller ödeyerek anlamaktadır. Bu süreçle birlikte gençlerdeki Avrupa/ABD hayali de yerle bir olmuştur.

4-Bu süreci doğru yönetmek artık iktidar yolunu açacak biricik durumdur. İnsanlık şuan nasıl ki aşıyı bulacak öncüyü beklemekteyse, bu sürecin hemen sonrasında gerçek çözümlerin öncüsünü arayacaktır. Sistem bu süreçte algı operasyonlarına devam edecektir. Ancak yeni insan tipine kıyasla sistem oldukça zor durumdadır. Öncü partilerin çağı gelmiştir. Çözümsüzler ise artık tüm dünyada bazen uzun bazen de kısa vadede kaybolmaya mahkumlardır.

5-Bu sürecin sonunda sosyalizm gelmeyecektir. Ancak dünya genelinde eşitlikçi, paylaşmacı sistemlere olan güven ve inanç artmış olacaktır. İnsanlığın sosyalizm gibi üretim araçlarının şahıslardan tamamen alınması gibi bu kadar büyük ve uzak bir dönüşüme bu kadar kısa bir sürede gelmesi zordur. Tüm insanlığın sorunu haline gelen mafya sisteminin uzun yıllardır insanlara nüfuz eden kalıntılarından kurtulmak zaman alacaktır. Marks’ın da dediği gibi ‘her toplum kendi önündeki hendeği atlamalıdır.’ Biz de diyebiliriz ki salgın sonucunda ortaya çıkan nesnellikler, toplumların önündeki hendeklerin kısmen dolmasına ve disiplinli bir mücadele ile daha kolay atlanabilir hale gelmesine sebep vermiştir. Bu kalıntılardan hızlıca kurtulan devletler başarıya daha hızlı ulaşacaktır. Kamunun ağırlıkta olduğu düzenler ile birlikte kapitalizmin doğasında olan kar hırsı sayesinde tekelleşen düzeni büyük bir çözünmeye giderken sonuç olarak kapitalizm de çözünecektir. Dolayısıyla kısa vadede önümüzdeki amaç kamucu ekonominin başarıları, uzun vadede ise sosyalizme ulaşmak olmalıdır. Uzun vadedeki amacımız bugünün meselesi değilken, yarının meselesi olması kaçınılmazdır. Bu bir Milli Demokratik Devrim sürecidir.

KAYNAKÇA:
(1)= https://www.aydinlik.com.tr/haber/italyanlar-ab-bayraklarini-yakip-cin-ve-rusya-bayragi-asiyor-203956
http://vatanpartisi.org.tr/genel-merkez/makaleler/ali-mercan-ab-atlantik-ten-koparken-birligini-koruyabilecek-mi-23592
https://www.aydinlik.com.tr/haber/ab-yi-bol-exit-li-gunler-bekliyor-204714-6
(2)= https://www.aydinlik.com.tr/haber/bati-da-irkcilik-virusu-can-aliyor-205184

(3)= Marks(1976), Kapital 1, sf.482
(4)= Lenin, Emperyalizm, Sol yayınları, sf.100
(5)=Doğu Perinçek, Mafyokrasi

oncugenclik.org.tr