Ana Sayfa Yazılar UĞURCAN YARDIMOĞLU YAZDI: BANDIRMA VE GRANMA’NIN YÜKÜ

UĞURCAN YARDIMOĞLU YAZDI: BANDIRMA VE GRANMA’NIN YÜKÜ

1171

Uğurcan Yardımoğlu,Öncü Gençlik Genel Sekreteri

DSC_0109(5)

19 Mayıs 2012 / İstanbul

granma

1 Ocak 2017 / Havana

 

İnsanlık, her yeni çağda tecrübesinden süzülenleri ileriye dönük özlemleriyle birleştirerek kendisine bir yol haritası çıkarır. O yola, insanlığın ortak hedeflerine biraz daha yakınlaşmak için çıkılır. Harita bunun içindir, pusula bunun içindir ve ve bir önceki çağın limanından demir alınır. Kimileri gemiye binmez adları tarihe yazılmaz, pek azı ise gemiyi durdurmaya çalışır tarihe adı çamurla yazılır. Karmatiler gibi, Bedrettin gibi Thomas Müntzer gibileri erken çıkmıştır fırtınalara kalmış varamamış ama iz bırakmıştır.

Daha güzel bir dünya umuduyla çıkılan yollar bireycilere, özel çıkarcılara uygun değildir. Mesele gemiyi o gün insanlığın meselesi neyse onun çözüleceği rotada götürmektir çünkü. İnsanlığın hiçbir sorunu da hiçbir çağda önceliğini özel çıkarına verenler tarafından çözülmedi. Toplumun ortak sorunlarından başka bir yük taşımamalarıdır bu yolun yolcuları. İşte, geçenlerde yaşamını yitiren devrimci lider Fidel Castro böyle bir yolun kaptanıydı. Küba’nın önündeki bağımsızlık sorununu çözmek ve bunun için de Amerikancı-faşist diktatör Batista’dan kurtulmak gerekiyordu. Bu gereklilik tarihseldi, önünde durulamazdı. 1956’da Santiago’ya isyanı alevlendirmeye ve iktidara taşımaya giden 80 kişilik devrimci kadro, karaya çıktığında ilk etapta başarılı olamaz. Ancak Fidel, seksen kişiden sağ kalan bir avuç öncüyle Sierra Maestra dağlarında ‘Patria o muerte’ sloganıyla harekete geçer. Sonuç bildiğimiz gibi; hızla köylüyleri kazanan 26 Temmuz gerillaları, Batista’nın hücumlarını adım adım püskürterek, kentlerin de harekete geçmesini sağlar ve 1959 Ocak’ında Amerikancı-faşist iktidara son verir. Köylülerin doğrudan gerillaya katılmaları ardından kentlerde işçilerin başlattığı genel grev ve öğrenci hareketinin şiddetlenmesiyle yaşanan sarsıntıya ülke ekonomisinin çoğunu ABD’ye teslim etmiş olan Batista iktidarı ve onun komprador burjuva ve toprak sahibi müttefikleri dayanamaz.

Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalandığı, anavatanın önemli noktalarının başkent İstanbul dahil işgal altına alındığı bir dönemde, Büyük Savaş’ın galiplerine karşı bir kutsal isyan başlatmak üzere hareket eden Mustafa Kemal ve ekibi de Fidel’den yaklaşık yarım asır önce benzer bir yolculuğa çıkmıştı. İşgal İstanbul’undan işgale direnişin adım adım başladığı Anadolu’ya Bandırma Vapuru taşır ilk Kemalistleri. Program aynı, kararlılık aynı ve düşman aynı. Sonuç da yukarıdaki gibidir; emperyalistler ve feodal saray iktidarı yenilir, Türkiye’de feodalizmin kökünün kazınacağı cumhuriyet dönemi başlar. Ulusal bağımsızlık ve demokratik devrim her iki devrimin de siyasi programının özetidir.

KÜRESELLEŞME VE MİLLİ SEMBOLLERİN YOK EDİLMESİ

Ulusal devrimlerin ve sosyalizmin yükselişte olduğu bir dönemin ardından insanlık, 90lı yıllarla birlikte emperyalizmin yeniden atak yaptığına tanıklık etti. Emperyalizm sermaye ihracını ve finans dolaşımını silah zoruyla yaptırmakta niçin güçlük çektiğini kavramıştı. Yeni dönemin ihtiyacı milli devletlerin yıkımı ve milletlerin parçalanmasıydı. Yeşil kuşak projeleri, turuncu devrimler vb yoluyla her yerde kendi tarihine ve kültürüne küfreden bir nesil yaratılacaktı. Emperyalizme hayranlık duyan, onun kavramlarıyla ‘bilim’ yerine hurafe üreten, onun parasıyla alış veriş yapan sürekli tüketen fakat üretmeyen, Hollywood yıldızlarına özenen bireyci nesiller yaratma hedefine buna uygun ‘proje’ iktidarlarıyla ulaşılacaktı.

Küba önce dışarıdan kuşatıldı, ama ambargolar, çıkartmalar, terör saldırıları Küba Halkı’nı yıldıramamıştı. Tekrar tekrar denendi, liberalizm virüsü Küba damarlarında dolaşamıyordu. Gençlik de ABD’ye özendirilemedi. Latin Amerika’da ABD dümen suyundaki ülkelerde yaşanan uyuşturucu trafiği, mafya rejimlerinin cinayetleri ve yozlaşma içerisinde Küba dimdik durdu, yanına 2000’li yıllarda Chavez’in Venezüella’sı eklendi.

Türkiye’de Özallar, Çillerler ve en sonunda AKP iktidarıyla bu hedefe ulaşılmaya çalışıldı. Üniversite kürsülerinden, TV programlarına kadar her yerde Kemalizm’in modasının geçtiği ilan ediliyor, özelleştirmeler yoluyla kamu kurumları özel sektöre teslim ediliyor, bölücü terör örgütüyle mücadele yerine herkesin kendi ‘etnik kökeni’ni bulması ve buna göre yaşaması isteniyordu. Moda, giyim-kuşamdan, konuşma ve düşünme tarzına kadar ortaçağlıydı. Bu ‘yeni ortaçağ’ tutkusu topluma şırınga ediliyor, bir yandan da devlete CİA ajanı FETÖ’cüler yerleştiriliyordu. Sürece direnen milli kuvvetler tertipler içeri atıldı ve Türkiye için kapının kapandığı sanıldı.

Atatürk resimleri serbestçe çöpe atılabilir, heykelleri yıkılabilir, bayrağımızın bir bez parçası olduğu ifade özgürlüğü kapsamında söylenebilirdi. İstiklal Marşımızın, Gençliğe Hitabe’nin ve birer cumhuriyet kadrosu olarak yetişmek için okullarda avazımızın çıktığı kadar bağırarak söylediğimiz Andımızın kaldırılması gündeme gelmişti. Kapı gerçekten kapanıyordu. Atatürk’ün Bandırma Vapuru’yla Samsun’a çıktığı 19 Mayıs gününü kutlamanın yasaklanması bardağı taşırdı.

BAĞIMSIZLIK BAYRAĞI DAHA DAHA YUKARI!

Küreselleşme programıyla milletimizin ve devletimizin dağıtılacağını en başından tespit eden Aydınlıkçılar 90’lı yılların ortalarından bu yana sürece kararlılıklar direndi. Türk Milleti’nin öncü kesimlerini, ABD başta olmak üzere tüm Atlantik Cephesi’yle savaşmak üzere seferber etti. Gençliği seferber etme görevini de Vatan Partisi (İşçi Partisi) Öncü Gençlik üzerine almıştı. Özellikle gençlik alanında emperyalizme şunu kanıtlamak gerekiyordu: Millet olma hedefinden ve milli kurtuluş savaşımızın sembollerinden devlet vazgeçse bile gençlik vazgeçmeyecek! Bu şiarla 2000’lerin başından itibaren 2006’dan itibaren daha da kitleselleşerek mücadele yürüten Öncü Gençlik, milli bayramların yasaklanamayacağını ve milli sembollerin çiğnenemeyeceğini kanıtladı. Türk Gençliği apolitik, bireyci ve millet düşmanı yapılacaktı, ABD ve onun karşısındaki tek seçenek olan Vatan Partisi de üniversite ve liselerde çalıştı. ABD tarafı kariyer masalarından, uyuşturucu tacirlerine, PKK’lı haydutlardan, gerici akademisyenlerine kadar uzanan bileşenlerle çalıştı. Öncü Gençlik ise vatansever topluluklardan kitle örgütlerine kadar geniş bir ağ kurdu, ilmek ilmek ördü, her zorluğa soruşturmaya, saldırıya, tertibe vb. göğüs gerdi ve sonuç: 19 Mayıs 2012’de Türk Gençliği Bandırma Vapuru’nu sırtında taşıdı! Bayraktan, Atatürk’ten ve milletten ‘nefret etmesi’ gereken üniversiteliler ve liseliler siyasi karargahı Öncü Gençlik olan kocaman bir milli cephe kurdu ve Atatürk rotasında birleşti.

BANDIRMAYI VE GRANMAYI SIRTINDA TAŞIYANLAR

Küba Gençliği bugün Granma’yı sırtında taşıyor ve 2012’de Türk Gençliği’nin verdiği mesajı veriyor. O mesaj, daha güzel bir dünyayı yaratmanın ve insanlığın ortak özlemlerine ulaşmanın yolu nasıl açılır sorusunun cevabını taşıyor. O vapurlar hala bağımsızlık ve devrim programıyla yüklüdür. İnsanlığın erdemlilik ve kararlılık mirası hala o vapurlardadır. O yüzden bunları sırtında taşıyanlar, yeni bir dünyanın kurulduğunu da ilan etmiş oluyor. Küreselleşme programı ve ABD’nin dünya hegemonyası hedefi, Ukrayna’da, Gürcistan’da, Kazakistan’da, Afganistan’da çöktü. Irak ve son olarak da Suriye’de çöküyor. Kazanan ise, milli devletler oldu. Hindistan ve Pakistan bile aralarındaki bir asırlık kavgayı milli devletlerini ayağa kaldırabilmek için girdikleri Şangay İşbirliği örgütü içerisinde kalabilmek için bitiriyor. Güney Çin Denizi’nden Hazar’a, Karadeniz’den Cebelitarık’a kadar hatta Washington’daki seçim sandıklarına kadar dünya Mustafa Kemal’in ve Fidel’in kazandığına tanıklık etti. Türk Gençliği ve Küba Gençliği o vapurları sırtında taşıyarak işte bu tarihsel yolda yürümüş ve kazanmış oluyorlar. Daha büyük zaferlerin peşindeyiz insanlığın daha büyük sorunları var çözeceğiz ve kendimizden eminiz.

Vapurumuz, haritamız pusulamız sağlam:

Ya İstiklal ya ölüm!

Patria o muerte !

 

oncugenclik.org.tr, 5.1.2017