Ana Sayfa Yazılar UĞUR BIÇAKLIOĞLU YAZDI: YAŞAR KEMAL – FİLLER SULTANI İLE KIRMIZI SAKALLI TOPAL...

UĞUR BIÇAKLIOĞLU YAZDI: YAŞAR KEMAL – FİLLER SULTANI İLE KIRMIZI SAKALLI TOPAL KARINCA

1546

Uğur Bıçaklıoğlu – Öncü Gençlik GYK Üyesi ve İstanbul İl Sekreteri

İnsanlık tarihi bir bakıma değerler tarihidir. İki ayak üstüne doğrulduğumuzdan beri belli davranış biçimlerimizi, belli doğru – yanlışları sistemleştiririz ve sonraki nesillere aktarırız. İlk zamanlarda daha çok pratik bilgilerden ve basit değerlerden ibaret olsa da bilginin sistemleştirilmesinden önce bu aktarımları hayati önemdeydi. Yaşama doğrudan etki edecek müdahalelerdi ve sonraki nesiller için bir kılavuz görevi gördüler.

Sınıflı topluma geçtikten ve medeniyetler kurmaya başladıktan sonra bu değerler belli sınıflara ait hükmetmenin de aracı ve konusu haline geldi. Hatta belirli üretim ilişkilerini sürekli kılmanın çok işlevli aracı olarak kabullenildiler. Öyle ya başka insanların dünyaya bakışını şekillendirmek istiyorsanız sadece sopa veya baskı işe yaramayacaktır. Daha somut ifade edersek; şu nesneler şöyle toplanır, şöyle pişirilir, şu yenir şu yenmez gibi tariflerden şu kişiler iyi kişilerdir, bunları yapanlar şöyle onursuzdur, mevcut yönetim şekli bize tanrıların buyruğudur gibi değerlere kadar bir yelpaze insanlığın uygarlık seviyesine göre çeşitlenmiştir. Yaşayış bir sisteme göre devam edecekse bu çeşitli şekillerde kurallar bütünü olarak aktarılmalı ve devamlı kılmalıdır.

Aktarım her zaman yönetime dair sert ve soğuk kurallar olarak görünmez. İnsanlığın da yaratıcılık ve tasarım yetenekleri sonucu belli halk hikayeleri, masallar, efsaneler ve hatta deyimler içine gizlendiğinde daha renkli görürüz onları. Eski zamanlardan beri bazı dersler hayvanlar kişileştirilerek verilir. İnsanlık; zalimce buyrukları da gelecek özlemlerini de doğadaki ögelerle, daha çok da hayvanlarla hikayelerle biriktirmeyi seçmiştir. O sebeptendir dilden dile gelmiş masalları dinlerken karakterler insan olmasa dahi insanlığa dair çok kıssa buluruz. Adından da anlaşılacağı üzere bir hikâye mevzu bahistir ve ilk görüşte filler sultan olabilmiş, karıncaların kırmızı sakallı olanları karakter olmuştur. Tabi buraya kadar bizdeki izlenimlerini konuştuk sadece.

Bu girizgahı neden yaptık? Çünkü 2020 yılında da olsak hala halk hikayelerinden çıkartacağımız dersler olduğuna yeniden kanaat getireceğimizi anımsamak istedik. Yani halk hikayesi deyip geçmeden ardında yatan büyük birikimi biraz canlandırmak istedik. Bunlardan belki de en günceli Yaşar Kemal’in Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca hikayesidir kuşkusuz. Hikâyenin zaten anlatılageldiği ve Yaşar Kemal’in “biraz çeki düzen verdiği” söylenir.

Bu arada uzun uzun Yaşar Kemal’i de tanıtmaya gerek duymuyoruz. Diğer eserlerinde de destanlarımızdan, hikayelerimizden bize dersler anlattığı çoktur. Ağrı Dağı Efsanesi, Binboğalar Efsanesi, Üç Anadolu Efsanesi gibi eserleri ile kültürümüzün köklerine indikçe bugüne dersler çıkarırız. Bağımsızlıktan, emekten, üretimden ve bölüşümden yana kavgası olan aydının en derine inmesi gayet doğaldır. Çünkü derdi aslında yazdıkların şeklinden çok onu okuyacak olanladır. Yüzlerce yıldır harmanlandığımız erdemleri, şerefi, onuru ve haksızlığa gösterilmeyen rızayı büyük birikimden süzüp yeniden yaratmayı kendine görev biçer.

Ayrıca fil ile karınca kıyası pek çok masalda, efsanede karışımıza çıkar. Ebatları arasındaki farklılık, toplumdaki pek çok meseleyi benzetmek için onları oldukça tanınır kılmıştır. Hatta atasözlerimiz ve deyimlerimiz içinde dahi sıkça rastlarız. Örneğin “Filler tepişir, karıncalar ezilir…” derken karıncalar ile olayla alakaları olmasa da ezilen mağdurları anlatırız. Veya “Düşmanın karınca ise de sen onu fil zannet” gibi düşmanı hafife almamak için gözümüzde biraz büyütürken kullanırız. İlk hikayelerden beri olduğu şekilde vereceğimiz mesajlara göre hayvanlara rollerini dağıtırız.

Bizim hikayemizde de bu farklılıklar işleniyor tabi, ama derdimizin aslı başka. Daha büyük bir kavga ile karşı karşıya kalıyoruz hayvanlar dünyasında. Bu hikâyeyi garip kılan içten içe günümüzden benzerlikler fark ediyoruz, fark ettikçe gerçekten hayvanlar aleminde geçtiğinden şüphe duyuyoruz.

Filler sultanının karıncalara olan merakı ile başlıyor her şey. Çok küçük, hatta o zamana kadar görmediği bu yaratıklar beraberce çalışıp ne de çok şey başarmış ne de çalışkanlarmış öğreniyor sultan. Tabi sultan olmak hayvanlara başka bakmak demek oluyor, hemencecik fark ediyor ki isteyeceği çok şey var. Bu buyrukları yerine getirecek milyarlar kadar çok çalışkan kulu kentlerinde öylece çalışıyor. Tarihin kadim yasası ile tanışmış oluyoruz; birileri sizin yerinize çalışacaksa kendiliğinden olmayacak. Fil ordusu ile karıncalar yeni bir düzenle tanışmış oluyorlar. Kentler yakılıp yıkılınca sultan için çalışıp dünyanın nimetlerini sultana getirmeye ikna oluyorlar. Asıl sorun da buradan sonra geliyor sultanın aklına; yıkıp talan ederek bu iş bölümü nereye kadar gidecek? Bu konuda çok başarılı olan insanlardan öğrendiği yöntemleri uygulamaya çalışırken takip ediyoruz sultanı. Yeter ki karıncalar çok çalışsın, ambarları sultan için doldurmaya ve tahtlar bahçeler yapmaya devam etsin. Bunun için de dışarıdan olmaz gibi görünse de karıncaları fil olduklarına ikna çalışmasına giriyor. Tabi istenen şey ne kadar akıl dışı ise zihinlerin de bu tersliğe uydurulmasının çabasını müthiş benzetmelerle görüyoruz. Ee, fillerin sultanı varsa hikâyede bir kahraman da olması aklımıza geliyor. Karıncaların asi olanlarının başı hikâyenin başlarken bu kadar zulmü kabul etmiyor ve tarihin bilimini öğrenmeye kuytuya çekiliyor. Bir süre başları olmadan canları çıkana kadar çalışan ve sultanı ihya eden karıncalar, bir yandan da düşünmeye başlıyorlar; bu kadar çaba fil olmaya yeter mi diye. Velhasıl sere “gayri yetti” demek düşünce hatalar öğretmen oluyor, öncü sahneye çıkıyor. Sondaki hesaplaşma sizlere kalsın, biz hikayemizi çok da açık etmeden esas marifete gelelim.

Filler kim karıncalar kim, hüdhüd kuşları ne işe yarıyor, sarıca karıncaları en son nerede görmüştük diye düşüneduruyoruz.  Ve tek bir insana rastlamadığımız bu hikâyede asıl mesajın bizlere verildiğini anlıyoruz. Tam da Yaşar Kemal tarzıyla anlatılmış bu halk hikayesinde kendimizi daha çok filleşmiş buluyoruz. Acaba bizim kırmızı sakallı karıncalarımız yok mudur, demirci nerededir? Meraklanıyoruz. Ancak dedik ya hikayelerde kadim sırlar gizlidir. Filler varsa karıncalar da vardır, karıncaların başı demirci de olacaktır.  Dünyanın tepesine çöreklenmiş fillerin oburluğuna vatanımızı, emeğimizi yem etmemek için karıncalar gibi çalışan bizlerin “gayrı yetti” dediği bu zamanlarda cevabımızı yine bu topraklara özgü buluyoruz;

Yağmurunan yağdım selinen çoştum

Gözlerim ufukta yollara düştüm

Kendi ateşimde kavruldum piştim

Bir umudum sende Çoban Yıldızı…

(Musa Eroğlu’na saygılarımızla…)

#OkuyanYazsın

oncugenclik.org.tr