Ana Sayfa Manşet Ata Ogün Kaplan yazdı: EKMEK ARASI KÖFTE İÇİN ZİNCİRE VURULMAK

Ata Ogün Kaplan yazdı: EKMEK ARASI KÖFTE İÇİN ZİNCİRE VURULMAK

1205

Emperyalizm çağının en acımasız getirilerinden biri meta fetişizmi oldu. Acımasız diyoruz çünkü bu yapay dayatmanın insana acıması yok. Eğer o yapaylığın kendisi gibi yapay ışıltısına kapıldıysanız geçmiş olsun. Satın aldığınız ürünün farkında olarak veya olmayarak reklamını yapma sorumluluğunu da üstünüze almış oluyorsunuz. Kulağa tuhaf geliyor değil mi? Kabul görmüş iktisat ve reklamcılık kurallarına göre bir ürünün reklamı satıcı tarafından yapılır. Meta fetişizminde ise reklamı bizzat ürünü kullanan alıcı yapıyor. Hatta alıcı markanın gönüllü çalışanı oluyor.

Günümüzde meta fetişizmini şöyle tarif edebiliriz; bir ürüne yalnızca popüler bir markaya ait olduğu için değerinin çok üstünde paha biçilmesi ve ürünün insanlar tarafından tüketilmesi. Buradaki pahayı yalnızca maddi anlamıyla kullanmıyoruz; insanının ürüne yüklediği manevi haz ve paha da değerinin çok üstünde oluyor. 

Konuyu açmak için örneklendirelim. 

Ekmek Arası Köfte İçin Kendinizi Zincire Vurur musunuz

Rusya’nın NATO yayılmacılığına karşı başlattığı Ukrayna Operasyonuna karşı ordularını harekete geçiremeyen Atlantik dünyası, şirketlerini harekete geçirmeye kalkmıştı. Örneğin burger denilen yiyeceği satan fast-food sektörünün en ünlü markalarından olan Mc Donalds, Rusya’daki restoranlarını kapatmıştı. Bir Rus genci de bu karara tepki olarak kendini bir Mc Donalds restoranının kapısına zincirlemişti. 

Siz, ekmek arasına köfte veya tavuk satılan bir restoran kapanmasın diye kendinizi dükkanın kapısına zincirler misiniz? 

Meselenin ekmek arası köfte olmadığını ve gencin de kapıya yalnızca vücudunu zincirlemediğini anlıyoruz. 

O genç kendini ekmek ve köfte için değil, McDonalds’ın simgesi olan sarı “M” harfi için zincirliyor. Vücuduna değil, aklına zincir vuruyor. Bugüne kadar o “M” harfiyle nefes aldığını sanıyor. O “M” harfinin özgürlük olduğuna inanıyor. Çünkü “M” harfi ona yalnızca bir gıda sunmuyor, bir kültür dayatıyor. O kültürü de tüketim kültürü olarak adlandırıyoruz. İnsanın sürekli tüketmesi üzerine kurulu, tüketerek mutlu olunan, yaşama amacının sistem tarafından sunulan ürünlerin tüketilmesi zorbalığının kültürü… 

Atatürk de Alet Ediliyor

Ne yazık ki büyük önderimiz Atatürk de meta fetişizmine alet ediliyor. Sistem, değerlerimiz üzerinden de sermaye yaratma fırsatını es geçmiyor. Basıyor bir tişörtün üstüne Atatürk fotoğrafını ve pazarlıyor. Alıcısı da oluyor. Kuşkusuz Atatürk basılı ürünlerin raflarda olmasının bir sebebi de Atatürkçülüğü böyle şeylere indirgeyen siyaset ortamı. İlkeleri, devrimleri, programı göz ardı edilen Atatürk’e ancak bir bardak veya bir tişört yüzü layık görülüyor. 

Yazının Maliyeti Mürekkep Kadardır

Üretim maliyeti 10 TL olan bir tişörtün satış fiyatı yaklaşık 20 TL olur. Tişörtün üzerine herhangi bir yazı yazılırsa maliyet 12 TL’ye, satış fiyatı 24 TL’ye çıkar. Fakat tişörtün üstüne farzı misal “MAVİ” yazılırsa satış fiyatı 150 TL’ye fırlıyor. Neden fiyat mürekkep masrafı kadar artmıyor? Çünkü artık tişörtün üzerinde popüler bir markanın ismi yazıyor. Artık o tişört, bir kişiyi toplum içinde sözde öne çıkaracak bir levha. Markanın reklamını yaptığımız için para almamız gerekirken üstüne bir kamyon da para bayılıyoruz. Sistemin sahiplerini kasada, reyonda görmüyoruz ama kıs kıs gülüyorlardır herhalde… 

Starbucks’ın Sigortasız Çalışanları

Meta fetişizmimin manevi olarak en ağır bastığı yerlerden biri karton kahve bardakları olabilir. Hele bir de üstünde ismimiz yazıyorsa… Farkında değiliz belki fakat Starbucks’un reklam biriminde sigortasız olarak çalışıyoruz. Sağlığımızı koyvermemiz de cabası. Elimize tutuşturdukları karton kahve bardaklarıyla sokaklarda yürüyoruz, fotoğraflar çekiliyoruz, instagramda paylaşıyoruz… O bardaklara insanın karakterini yansıtma görevi yükleniyor. 

Örnekler uzar gider. En göz önünde olanları almakla yetiniyoruz.

İnsanlığın ve Üretimin Değeri

Meta fetişizmi tüketim toplumlarında ortaya çıkar. Kuşkusuz Türkiye de,  24 Ocak 1980 kararları ve 12 Eylül 1980’de bu kararların silahla dayatılmasıyla bir tüketim toplumu haline getirildi. Yerli üretim baltalandı, önüne kotalar kondu. Gümrükler indirildi ve ithal mallara bağlılık sağlandı. Yukarıda saydığımız alternatifi pek bulunmayan markaların hegemonyası da böyle oluştu.

Tüketim toplumunun zararlı meyvesi meta fetişizmi, insanın karakterini aşağılıyor. İnsanın fikri özgürlüğünü, insani özelliklerini halının altına süpürüyor. İnsana toplum içinde, markalarla ve ekonomik seviyesiyle var olmayı dayatıyor. İnsanlığa üretmemeyi ve sorumsuzca tüketmeyi dayatıyor.

Peki insanlık bunlarla mı var oluyor? Tarihi, markalar mı yapıyor yoksa insanlar mı? Dünyayı markalar mı ilerletiyor yoksa insanın bilinci ve emeği mi? Elbette insanlar dediğinizi duyuyoruz.

Yukarıda anlattığımız üzere son 40 yıldır ABD’nin başını çektiği Atlantik sistemi tarafından Türkiye’ye dayatılan sistem iflas ediyor. Üretim ve adil bölüşüm çağı başlıyor. Üretimin ve adil bölüşümün olduğu yerde fikir olur, emek olur, karakter olur, paylaşmanın mutluluğu olur, gelecek olur… Meta fetişizminin dayattığı bencillik, tembellik, soyutluk, sahtelik ve sorumsuz tüketmecilikse avucunu yalar. 

İnsan gibi değerli bir varlığın markalarla değil; bilimle, özgür düşünceyle, sanatla, sporla kendini var edeceği bir Türkiye’yi ve dünyayı kurma görevi ve sorumluluğu önümüzde duruyor. Bu görev ve sorumluluğa sıkı sıkıya sarılacağız.

Ata Ogün Kaplan
Vatan Partisi Öncü Gençlik Genel Başkan Yardımcısı