Ana Sayfa Yazılar IŞIKGÜN AKFIRAT YAZDI: ATLANTİK SİSTEMİNİN ÇÖKÜŞÜ VE MUHALEFET RETORİĞİ

IŞIKGÜN AKFIRAT YAZDI: ATLANTİK SİSTEMİNİN ÇÖKÜŞÜ VE MUHALEFET RETORİĞİ

5322

“Demokrasisini” Seven Defansa Gelsin

Atlantik Sisteminin Çöküşü ve Muhalefet Retoriği

Işıkgün Akfırat, Öncü Gençlik MYK Üyesi/Uluslararası İlişkiler Bürosu Başkanı

*Kırmızı Beyaz Kasım-Aralık 2019 sayısında yayımlanmıştır.

“Bir, iki, üç

Daha fazla Vietnam!”

1960’ların sonunda dünyayı kasıp kavuran bu slogan, bugünlerin habercisiydi. ABD dünyanın en büyük ekonomisiydi, ordusu tarihin gördüğü en muazzam orduydu. Diyorlardı ki yenilmesi mümkün değildi. Emperyalist zalimliğinin bulutları dünyanın üzerine çökmüştü.

Anadolu’da “zulmün artsın” diye bir laf vardır. Zulmü artanın düşüşü tez olur. ABD’nin çamura saplandığı Vietnam’da işlediği her insanlık suçu, kendi tabutuna çaktığı birer çiviydi aslında.

Pek bilinmez, 50 yıl önce Vietnam’a atılan napalm bombaları bugün dahi patlayıp orman yangınları çıkarıyor. Ama bugün bir Amerikalı Vietnam’a gitmek isterse, ABD’ye tarihinin en büyük bozgununu tattıran liderin adını taşıyan Ho Şi Minh Havalimanı’na inmek zorunda.

68’lilerin Ho Amca’sı önderliğinde bir köylü milletin ABD’ye karşı zaferi, Çin Devrimi önderi Mao Zedung’un emperyalizm için neden “kâğıttan kaplan” dediğini de açıklıyor.

Şimdi İran, Irak, Suriye… derken, Amerika için yeryüzünün tamamı Vietnam olmuştur. Ve yenilse dahi yedi kıtada esip gürleyen ABD’nin eski halinden eser kalmamıştır.

Suphi Taşhan’dan ilhamla diyebiliriz: Mafsal yerinden oynadı, dünya yerine geliyor.

Aslında bir parantez kapanıyor: Batı parantezi. On küsur bin yıllık uygarlık serüvenimizde üç yüz yıllık bir fasılaydı bu.[i] Tarih bilmeyenler, güneşin hep Batı’dan doğduğunu ve sonsuza kadar da öyle olacağını sandılar. Oysa bu üç yüz yılın yarısı siyasi, kültürel ve iktisadi devrimler idiyse yarısı da (hiçbir tarih kitabında yazmayan) üzerinde güneş batmayan katliamlardı.[ii]

Atlantik Çağı, Amerikan Yüzyılı, Yeni Dünya Düzeni… Bugün Batı’nın en prestijli dergilerinin kapaklarını, bu ihtiraslı kavramların ölüm haberleri süslüyor.

Immauel Wallerstein’ın deyimiyle, bildiğimiz dünyanın sonundayız.[iii] Fazla değil, bundan 20 yıl önce ağızlarından salyalar saçarak “demokrasi” namına savaş çığırtkanlığı yapan Atlantikçiler, bugün “demokrasisini” seven herkesi defansa çağırmaktadır.

Ne ki, yerinden oynayan ve çökmekte olan mafsal, Atlantik sisteminin üzerine bina edildiği temeldir. Zaten tam da bu nedenle Atlantikçilik ya da Batıcılık günümüzde, Birgül Ayman Güler hocamızın dediği gibi bir fanatiklikten ibaret hale gelmiştir.[iv]

Atlantik Sisteminin Doğuşu

Roma nasıl bir günde kurulmadıysa ABD imparatorluğu ve onun dünya efendiliği sistemi olan Atlantik düzeni de bir günde kurulmadı.

Birkaç kırılma yılından bahsedilebilir. 1865 iç savaşın sona ermesi, 1899 ilk sömürge işgali, 1917 Cihan Harbi’ne katılması… Fakat ABD’nin kendi suretinden bir dünya yaratma projesi, ancak II. Dünya Savaşı’nın külleri üzerinde yükselebilmiştir.

Avrupa’da kan gövdeyi götürürken Atlantik Okyanusu’nun öbür kıyısında, sakin adasından dünyaya silah satan ABD, Pearl Harbor saldırısıyla savaşın içine çekildiğinde Daşov (Dachau) kampında fırınlar yakılmış[v] ve yaşlı kıta çoktan harabeye dönmüştü. 

Bütün dünya ülkelerinin ekonomisi ve üretken nüfusu savaşın alevleri içinde kavrulurken ABD ekonomisi 1939-45 arasında o zamana kadar benzeri görülmeyen yıllık ortalama %10 oranıyla büyümüştü. Savaşın sonunda Amerikan akçesi tartışmasız bir küresel üstünlüğe sahipti.[vi]

ABD, bu üstünlüğü kullanmak üzere daha savaş bitmeden harekete geçti. 1944’te Bretton Woods’ta yapılan toplantıda Amerikan Doları’nın uluslararası rezerv para olmasını kabul ettirdi. Ayrıca Birleşmiş Milletler’in merkezi de Washington’da olacaktı.

Özgür Dünyanın Efendisi

Sorarsanız, ABD özgür, haktan hukuktan yana ve barış içinde bir dünya için “sorumluluk” almaktaydı. Fakat Amerikan finansının ağababası J. P. Morgan’ın dediği gibi bir güzel neden vardı, bir de gerçek neden… Amerika’nın rüyası, üstünlüğünü kalıcılaştıracağı bir dünya düzeni kurmaktı.

Bu planın önünde iki yaşamsal engel vardı. Birincisi, dünyanın fabrikası haline gelen ABD’nin en büyük müşterisi Avrupa viraneye dönmüştü. Marshall Planı’nın akıttığı bugünün parasıyla 127 milyar $ değerinde yardımla Avrupa ekonomisi yeni baştan inşa edilecekti.

İkincisi, aynı Avrupa, doğudan esen devrim rüzgarlarıyla sallanıyordu. Sovyetler ile barışı savunan Roosevelt’in ani ölümünden sonra Amerikan ekonomisinin belkemiği olan “askeri-sınai kompleks” yönetimin iplerini eline aldı. 1947’de Soğuk Savaşı resmen başlatan ABD Başkanı Truman yalnızca basit bir sözcüydü.[vii]

Ortaya konulan doktrine göre, “komünizm tehdidine” karşı “özgür dünya”nın savunulması için ABD bütün heybetiyle dünya sahnesine çıkacaktı.

1947’de CIA faaliyete başladı. 1948’de Marshall Planı uygulandı. 1949’da NATO kuruldu. Bu yıllarda kurumsal mimarisi tamamlanan Atlantik Sistemi, yerkürenin tamamını Amerika’nın emperyalist çıkarlarına tabi kılmayı hedefleyen gayrı resmî bir imparatorluktu.

Denetimi sürekli kılma ve hizadan çıkanlara müdahale için “özel savaş” kapsamında NATO şemsiyesi altında kalıcı yer altı örgütlenmeleri kuruldu.[viii] 1950’lerden beri direnen ülkelerde onlarca darbe, suikast, iç savaş tertipledi.[ix] FETÖ, bu örgütlenmenin Türkiye’deki adıydı.[x]

Sınırsız tüketime dayalı “Amerikan yaşam tarzı” bütün ülkelere pompalandı. Amerikan liberalizmi, bütün bireyciliği ve hazcılığıyla bir virüs gibi dünyaya yayıldı. Kültür endüstrisi, medya ve üniversiteler aracılığıyla Amerikancı / Atlantikçi / Batıcı bir zihin ordusu yaratıldı.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasının hemen ardından ABD elindeki bu “güç fazlasıyla” tek kutuplu bir dünya yaratmak için taarruza kalktı. 1991 yılında Irak işgaliyle, dünyanın en bereketli petrol yatakları üzerinde oturan “Ortadoğu’yu istikrarsızlaştıran diktatörlere karşı demokrasiyi yeşertmek için” bir “sürekli savaş” başlattı.[xi]

Kara Şahinin Düşüşü

Savaş, direniş yüzünden metastaz yapıp genişledikçe bilanço da ağırlaştı. 2010 yılına gelindiğinde maliyet trilyonları, ölümler ise milyonları bulmuştu.[xii] Buna rağmen Ridley Scott’un meşhur filminde (Black Hawk Down, 2001) olduğu gibi “kara şahin” Irak’ta ve Suriye’de yere çakıldı.

Bugün 70 ülkede 800’den fazla üssüyle ABD’nin askeri gücü hala birinci sırada. Ancak tahtı sallanıyor. ABD, ekonomisindeki çöküş nedeniyle üslerini kapatıp askeri personel sayısını azaltıyor. Askeri teknolojide havada Rusya, denizde Çin tarafından geçilmenin eşiğinde.

Herkesin malumu, dünyada üretimin ağırlığı Asya’ya kaydı. Ama Atlantik cephesini esas endişelendiren, Asya’nın Batı’nın yüksek teknoloji tekelini kırmasıdır. Çin uzay teknolojisinden nanoteknolojiye ve bilgi teknolojilerine dünya devleri çıkaran bir ülke haline geldi. En son Huawei hadisesi, ABD’nin rahatsızlığının çarpıcı bir göstergesiydi.[xiii]

ABD’nin askeri gücünün ağırlığını Asya-Pasifiğe kaydırmasının ve Trump’ın ilan ettiği ticaret savaşlarının arkasında bu gerçekler yatmaktadır.

Batı Hegemonyasının Sonu

ABD uzunca bir süre dünyaya ve özellikle Atlantik’in diğer kıyısına lider rolünü ve hegemonyasını kabul ettirmişti. İşler değişti. ABD’nin itibarı tarihin en düşük seviyesinde. PEW araştırmasına göre 2013-2018 arasında bütün dünyada ABD’yi ülkesine tehdit olarak görenlerin oranı sürekli olarak arttı. Almanya’da bu artış %30, Fransa’da ise %29 düzeyinde.[xiv]

Tarihin en büyük kriziyle sarsılan Dolara güven kalmaması nedeniyle rezerv para olarak altına hücum trendi her yerde yükseliyor. Avrasya’da karşılıklı ulusal parayla ticaret ve İran ambargosunu aşmak için ABD’ye alternatif ödeme sistemleri işlemeye başlamıştır.

ABD’nin sadık müttefiki Suudi Arabistan dahi Rusya’dan S-400 almakta, Almanya Şansölyesi Merkel NATO dışında bir Avrupa ordusu kurmaktan bahsetmekte, Fransa Cumhurbaşkanı Macron ise açıkça Batı hegemonyasının sona erdiğini ilan etmektedir.

Kısacası, Atlantik sisteminin iflası ayyuka çıkmıştır.

ABD’nin Defans Çağrısı

Amerikan şahinlerinin, küreselleşmeci neo-conların (yeni muhafazakarların) “demokrasi”, “özgürlük”, “insan hakları” vs. naralarıyla hücum borusu çaldıkları günler geride kalmıştır.

Şimdi Atlantikçi cephe, elinde kalan son kaleleri savunmak için bütün güçlerini seferber etmekle meşguldür. Fakat defansa da geçse, huylu huyundan vazgeçmiyor.

Bütün dünyada Çin ve Rusya’ya karşı Soğuk Savaş diliyle bir düşmanlık körüklemekte, Venezuela, İran, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti gibi direnen ülkeleri şeytanlaştırmakta, Türkiye gibi hizadan çıkan ülkeleri ise yalnızlaştırmaya ve dize getirmeye çalışmaktadır.

Demektedirler ki, demir yumruklarla yönetilen bu ülkelerin birleşmesi, askeri ve iktisadi yükselişi önlenemezse, Batı demokrasisi ve “özgür dünya”nın sonu gelecektir. Bu nedenle ABD, bütün dünyadaki Atlantikçi güçleri, tırmanan “otokrasiye” karşı defansa çağırmaktadır.

Atlantikçiliğin Muhalefet Kodları

Türkiye’de bu Atlantikçi retoriğin özü, vatan savaşının inkarıdır. Bunun uluslararası düzlemdeki yansıması da, stratejik müttefiklerimize düşmanlıktır.

FETÖ bahanedir, HDP-PKK muhataptır, PYD IŞİD’le mücadele gücüdür. ABD’yle ittifak, uygar dünyaya attığımız demirdir. Dolar, ekonomimizin temel direğidir.

Bu zihniyete göre: Terörle mücadele, insan hakları ve demokrasinin boğulmasıdır. Amerikancıların devlet içinden tasfiyesi, adaletin çökertilmesi ve Türkiye’nin otoriterleşmesidir. Suriye’de sınırötesi operasyonlar, Ortadoğu bataklığına saplanmaktır. ABD’den uzaklaşmak, Çin ve Rusya’nın (hatta İran’ın) güdümüne girmektir.

Sanki bir gecede PKK ve FETÖ Çinci olacak, milyarlarca dolar borç Yuan’a dönüşecek, Amerikan üsleri de Rusya’ya devredilecektir.

Paket program, üç aşağı beş yukarı budur.

Oysa tehdidin kaynağı ve düşman ortaktır. Rusya, İran ve Çin ile ittifak, ABD’nin kuklası ayrılıkçı ve yobaz teröre karşı ülke güvenliği, enerji güvenliği, ticaret güvenliği içindir.

Çinliler buna “kazan-kazan” diyor. Nitekim Atlantik’te boğulmak yerine su yüzeyinde kalmak için arayış içine giren Avrupa ülkeleri de boydan boya Çin’in Kuşak ve Yol inisiyatifine dahil oldular. Yoksa Avrupalılar da Çin güdümüne mi giriyorlar?

Türkiye’de Atlantik Kulübü

Bu sözler size hiç yabancı gelmedi değil mi?

Çünkü bunları her gün duyuyoruz. Ya bir muhalefet liderinin ağzından, ya derste yahut televizyonda boy gösteren bir akademisyenin, ya da onlardan etkilenen bir arkadaşımızın…

Çünkü Atlantikçilik, Türkiye’de köklü bir damar. 1952’de NATO üyeliğimizden beri oluşan bir birikim bu. Dünyayı Amerika’nın gözleriyle gören, Asya’yı küçümseyen bir Batı kulübü.

Uzun yıllar hem iktidarda hem muhalefette güçlüydü. Bir eli devlette, diğer eli sivil toplumdaydı. Vatan savaşı sürecinde sığınağı sivil toplum, yığınağı da muhalefet oldu.

Bütün hesaplar artık Batı’yla uzlaşması mümkün olmayan iktidarın devrilmesi üzerine kurulunca PKK’yla ittifak da, FETÖ’yle dayanışma da makbul oldu. Sistemin çaresizliği, pervasızlığını körükledi. Kitlelerin Erdoğan düşmanlığı da bir gözbağı olarak kullanıldı.

Bugün bütün meseleleri, dağınık muhalif kuvvetlerin içinden, Atlantik sisteminden kopmayan ve Asya’ya mesafeli duran bir iktidar devşirmektir. Bunun için yükselttikleri slogan da, Atlantik merkezlerinden çığırtılanla aynıdır: Demokrasisini seven defansa gelsin!

Atlantik’te Ölüm, Avrasya’da Hayat

Peki, bu senaryo mümkün mü? Atlantik cephesi başarılı olabilir mi?

Görünen köy kılavuz istemiyor: Başarı şansı sıfır.

Çünkü birincisi, Atlantik sisteminde deniz tükendi. ABD’nin iktisadıyla beraber süngüsü de düştü, kendi dertleriyle boğuşuyor. Avrupa ha keza, çöküşü paylaşmak istemiyor. Atlantik’te ne terörün çözümü var, ne ekonominin. Sorunun kaynağı o, kör çıkmaz…

İkincisi ve daha önemlisi, Türkiye’de Atlantik’ten çok daha köklü bir milli birikim var. Atatürk Devrimi var, Cumhuriyet direnci var. Savaşan devletimiz, yargımız, ordumuz var. Giderek safını bulan ve kenetlenen milli güçler var. Çünkü büyük milletimiz var.

Diğer yanda ise Asya (ve bütün güney halkları) iktisadıyla, bilimiyle, kültürüyle, diplomasisiyle uyanıyor. Ve birleşiyor. İşte Astana, BRICS, Şanghay İşbirliği Örgütü… Latinlerin binlerce yıl önceden dediği gibi: Ex oriente lux, yani ışık doğudan yükseliyor.

Emperyalizme karşı direnişimiz yüz yıl önce de doğunun mazlumlarıyla birleşerek zafer kazanmıştı, bugün de yeni zaferlere beraber yürüyoruz.

Avrasya ufku, milletimizin strateji ustası Soner Polat amiralimizin dediği gibi Türkiye’nin kaçınılmaz jeopolitik rotasıdır.[xv] Atlantik’te ölüm, Avrasya’da hayat vardır. Öyleyse Atlantikçilerin çelmeleri bizi daha fazla durduramaz. Artık Batı’ya bakmaktan ağrıyan boynumuzu çevireceğiz ve Doğu’dan d


[i] Andre Gunder Frank, Yeniden Doğu: Asya Çağında Küresel Ekonomi, İmge Kitabevi, Mart 2010, İstanbul.

[ii] Mike Davis, Üzerinde Güneş Batmayan Katliam, Yordam Kitap, Ocak 2012, İstanbul.

[iii] Immanuel Wallerstein, Bildiğimiz Dünyanın Sonu, Metis Yayınları, 2016, İstanbul. Ayrıca bkz. Amerikan Gücünün Gerileyişi, Metis Yayınları, Ocak 2004, İstanbul.

[iv] Birgül Ayman Güler, “Batıcılık ve fanatizm”, Aydınlık gazetesi, 19.12.2018

[v] Nazım Hikmet’in “Ben İçeri Düştüğümden Beri” şiirinde andığı Daşov toplama kampında ölen 23’ü Türk 30 binden fazla insanın cansız bedeni fırınlarda yakılmıştır.

[vi] Savaşın sonunda Rusya sermaye varlıklarının %25’ini, Almanya %13’ünü, İtalya %8’ini, Fransa %7’sini, Britanya %3’ünü kaybetmişti. Eric J. Hobsbawm, Kısa 20. Yüzyıl Tarihi: 1914-1991 Aşırılıklar Çağı, Çev. Yavuz Alogan, Sarmal Yayınevi, Ekim 1996, s. 64-65.

[vii] Oliver Stone’un “ABD’nin Gizli Tarihi” (2013) belgesel dizisinin ikinci ve devam eden bölümlerinde bu dönüşüm çarpıcı bir şekilde anlatılır.

[viii] Adnan Akfırat, Özel Savaş: CIA ve Pentagon Belgeleriyle, Kaynak Yayınları, Nisan 2002, İstanbul.

[ix] Mark Zepezauer, CIA’nın Büyük Operasyonları, Kaynak Yayınları, 1996, İstanbul.

[x] FETÖ’nün CIA ile ilişkisine dair erken bir inceleme için bkz. Necip Hablemitoğlu, Köstebek, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, 2003, İstanbul. FETÖ’nün basit bir tarikat değil, bir Gladyo aygıtı olduğuna dair en aydınlatıcı çalışma: Doğu Perinçek, FETÖ Darbesi, Kaynak Yayınları, Kasım 2016, İstanbul.

[xi] Samir Amin, Liberal Virüs: Sürekli Savaş ve Dünyanın Amerikanlaştırılması, Yordam Kitap, Mart 2016, İstanbul.

[xii] Joseph E. Stiglitz, Üç Trilyon Dolarlık Savaş, ODTÜ Yayınları, 2009, Ankara.

[xiii] Çin’in araştırma ve geliştirme (Ar-Ge) bütçesinin GSYH’sine oranı %2’dir. ABD’de bu oran %0.7. Çin’de yüksek lisans ve doktora programları, her yıl ABD’dekinden üç kat fazla mezun vermektedir.

[xiv] https://www.pewresearch.org/fact-tank/2019/02/14/more-people-around-the-world-see-u-s-power-and-influence-as-a-major-threat-to-their-country/ (Erişim: 26.09.2019)

[xv] Soner Polat, Türkiye İçin Jeopolitik Rota, Kaynak Yayınları, 2015, İstanbul.