Aykut Diş, Vatan Partisi Ankara İl Başkanı
10 Aralık 2016 akşamıydı.
Sirkeci’deki Öncü Gençlik İstanbul il kurultayından, ertesi günkü Ankara il kurultayına gitmek üzere bir otomobille yola çıkmıştık.
Taksim Meydanı’nın altındaki geçitten trafik nedeniyle ağır ağır ve söylene söylene ilerlerken, son anda Beşiktaş yönüne dönmekten vazgeçmiştik.
Maç çıkışını hesaba katarak Feriköy-Okmeydanı-Kadıköy yolundan devam ettik.
Daha çevreyoluna çıkamadan patlama haberini almıştık.
Çok sayıda polis hayatını yitirmişti, çok yaralı vardı…
Dört kişi, yol boyunca terör saldırısıyla ilgili olarak ne diyeceğimizi ve ne yapacağımızı konuşmuştuk.
Bütün Türkiye’yi sarsan bir olaydı.
Çok sayıda polisin şehit olması ve yaralı polislerin birbirlerine sarılarak ağlaması bizi de derinden etkilemişti.
“O asil gözyaşları ve duygudaşlık kendisini yalnız hissetmemeli” deyip, Türk polisinin emekçiliğini ve ülkenin içinden geçtiği süreci gözetip, Öncü Gençlik Merkez Yürütme Kurulu üyeleriyle de istişare ederek doğrudan polise sahip çıkan bir tutumda karar kıldık.
“Hepimiz Türk Polisiyiz” sloganını öne çıkaracak, bu doğrultuda eylemler yapacaktık…
11 Aralık 2016 günü gerçekleşen Öncü Gençlik Ankara il kurultayından başlamak üzere, hafta boyunca yurdun dört bir yanındaki üniversitelerde, söylendiği her yerde arkasına yüzlerce genci katarak “Hepimiz Türk Polisiyiz” ifadeleri yankılandı.
Yalnızca üniversitelerde değil; stadyumlarda, yollarda, alış veriş merkezlerinde ve mümkün olan her yerde halk polisle kucaklaştı.
Üniversitelerdeki eylemlerin en dikkat çekeni Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin -nam-ı diğer Mekteb-i Mülkiye’nin- de bulunduğu Ankara Üniversitesi Cebeci Yerleşkesinde oldu.
Böyle bir eylemin, adı çokça PKK terörünün etki alanındaki eylemlerle anılan bir okulda olması, hem basının hem de çeşitli çevrelerin gündemi olmuştu.
Gaflet zamanları olan açılım dönemlerinde kollanan bir azınlık olan PKK sempatizanları ve onların hegemonyasındaki gruplar, Ankara Üniversitesi’ni bölücü terörün propaganda merkezine çevirmişlerdi…
Şimdi aynı okuldan “Şehitler Ölmez, Vatan Bölünmez” sesleri yükseliyordu.
Aslında, “Ey vatan gözyaşların dinsin yetiştik çünkü biz” diyen marşıyla ve vatanseverliğiyle meşhur Mekteb-i Mülkiye, özüne kavuşmuştu.
Geçtiğimiz hafta, her ürününde ve her temasımızda kendisinden çok şey öğrendiğimiz, Türkiye’nin yaşayan ender ve kalender aydınlarından olan ve alaylı bir akademisyen olarak gördüğümüz bir büyüğümüz; bizi “Hepimiz Türk Polisiyiz” söylemi konusunda eleştirdi ve uyardı.
Hocamız söylemin ‘Türkiye devrimci gençlik hareketinin geleneğine ters olduğu’nu, ‘bu ifadenin ileride içimize muhbirlerin girmesi ve olası polis şiddeti sırasında arkadaşlarımıza ve çevremize hesap verememek gibi sorunlar çıkarabileceği’ni, ‘bir polis memurunun arkasında durmakla polis teşkilatının arkasında durmak arasında ciddi farklar olduğu’nu ve ‘polisin askerle aynı kefede değerlendirilmemesi gerektiği’ni bildirdi.
Ziyaret esnasında hocamıza katılmadığımızı söylesek de eleştiriler ve uyarılar üzerine düşündük ve tartıştık.
Nitekim hatırı sayılır insanların toplam nüfusa oranla az olduğu bir dönemde, hatırı sayılır bir kişiden geliyordu fikirler…
Birkaç gün süren mukayesenin ardından doğru yaptığımıza ekipçe kani olduk.
Bir de, İzmir’de kurşunların üzerine koşan Fethi Sekin’i görünce daha da emin olduk…
Asker ve polis birbirinden ayrı tutulmasın diye doğrudan polisi vurgulayan bir dil tutturmuştuk.
Elbette duyguluyduk ve öfkeliydik, ama bilinçliydik.
Çünkü savaşlar artık eskisi gibi açık kimlik ve işgallerle, kitlesel muharebelerle değil; örtülü hamlelerle, piyon kuvvetlerle, terör kışkırtmalarıyla ve ekonomik şantajlarla sürdürülüyor.
Halkın arasına dalan patlayıcı yüklü araçlar… Her an her yerde karşımıza çıkabilecek her milliyetten canlı bombalar… Güvenlik noktalarına kurulan tuzaklar… Beş dakikada altı şarjör bitiren profesyonel katiller… Sınır çizmek, koridor açmak için beslenen çapulcular… Darbe girişimleri… Tek tıkla para aktarımına dayanan, saniyenin altmışta biri hızla yaratılan spekülasyonlar… Üniversite kapısından poz keserek mesaj veren terör örgütleri…
Tüm bunlara karşı mücadele ise devletin ve milletin, bütün kurumlarıyla ve kesimleriyle birlikte seferber olmasından geçiyor.
Kimilerinin gizli dediği, fakat kabak gibi ortada olan savaşın getirdiği yeni saflaşma tam olarak bunu gerektiriyordu:
Mehmetçik ne ise polis de o olmalıydı. Polis ne ise Mehmetçik de o olmalıydı.
Üstelik ikisi de ağabeyimiz, kardeşimiz, sıra arkadaşlarımızdı.
Mehmetçik Cerablus’ta, El Bab’ta Türkiye’ye terör ihraç edilmesine karşı dururken, polis de şehirlerde göğsünü canlı bombalara siper ediyor.
Halkını ve vatanını kurtarmak için can veren Fethi Sekinlere sahip çıkmayacağız da neye sahip çıkacağız?
Neyse ki, Türkiye gençlik hareketinin devrimci geleneği 2016 yılında iyi bir sınav verdi.
Türkiye’yi teröre teslim etmedi; şehitler için ayağa kalktı, vatan için savaşanı yalnız bırakmadı.
Yalanla, dolanla ve akılsızlıkla bozgunculuk örgütlemeye çalışanlara karşı uyanık kaldı.
Yeni yılda da cephe gerisini sağlam tutacağız.
Farkındayız, 2017’de de terör saldırılarının hedefi ve arkasındaki güç aynı olacak.
Hedef ne yaşam tarzımız, ne laiklik, ne de kentlerimiz olacak.
Hedef Fırat Kalkanı Harekatı’nı geri çektirmek, PKK’ya ve FETÖ’ye karşı mücadeleyi durdurmak, Asya kampına yönelimi engellemek…
Hedef Türkiye!
Arkasındaki güç ise yine Amerikan emperyalizmi…
Türk gençliğinin devrimci geleneği, saldırıyı yapanın PKK mı IŞİD mi olduğuna bakarak teröre karşı çıkan, Amerika’dan “beyaz atlı prens” bekleyen ikiyüzlü budalalıkta değil; “Hepimiz Mehmetçiğiz, Hepimiz Polisiz” diyen vatanseverlikte yaşıyor.
O vatanseverlik, “Hepimiz Türk Polisiyiz” diyebildiği gibi, ihtirasları uğruna memleketi çıkmaza sokacak ve vatan savaşını baltalayacak saltanat hevesliliğine karşı da, en militan şekilde “Hepimiz Resneli Niyaziyiz” diyecektir.
Çünkü, Türk gençliğinin devrimci geleneğinin vicdanı, “Vicdan-ı Muazzam Osmanlılar”dan beri vatanseverlikten geliyor.
oncugenclik.org.tr, 7.1.2017