Berat Karaaslan/Öncü Gençlik İstanbul Üyesi
Geçtiğimiz günlerde vahşi bir şekilde katledilen Pınar Gültekin arkadaşımızın acısı, Türkiye’nin önüne yeni bir tartışmayı da getirdi. Günlerdir tartışılan İstanbul Sözleşmesi meselesinde unutulan, eksik bırakılan, günün sıcak gündeminde bazen göz ardı edilen noktalar var. Bunları açmak, tartışmayı buradan götürmek çok daha sağlıklı sonuçlara ulaşmamızı sağlayacaktır.
Gladyo ile savaşı göz ardı edemeyiz
Kadına şiddet, taciz, tecavüz kesinlikle karşısında olduğumuz şeylerdir. Fakat gerek kadın sorunları, gerek işçi sorunları, gerek siyasi ve askeri meseleler… Bu konuları tartışmazdan evvel, artık isim soy isim gibi bilmemiz gereken bir durum var. Türkiye, bugün emperyalizm ile savaş halindedir. Emperyalizm, medyasıyla, ordularıyla ve yeni iktidar stratejileri ile karşımızdadır.
Gladyo, emperyalizmin NATO üyesi ülkeleri denetleme aracıdır. Bu denetlemenin sadece siyasi ve askeri alanlarda sınırlı kaldığını sanmak büyük bir yanılgı olacaktır. Özellikle 12 Eylül sonrası ülkemize ve dünyaya pompalanan neoliberal, sözde özgürlükçü siyasetlerin hedefi milli devletlerdi. Ülkemiz açısından bu neoliberal iklimin karşısındaki güç ise Kemalist Devrim ve kazanımları idi. Emperyalist sistem, Kemalist Devrimle birlikte 20. Yüzyıl’ın devrimci mirasını da hedef aldığından, özellikle bölgemizdeki bağımsızlıkçı, emperyalizm karşıtı iktidarları otoriterlikle, savaş çığırtkanlığıyla suçlamış ve kendi çıkarları hesabına işleyen, sözüm ona “Özgürlük ve Demokrasi” getirecek turuncu devrimler örgütlemiştir.
Gladyo’nun Kültürel Yabancılaştırması
Gladyo’nun amaçlarından birisi de Türk Milletinin kültüründe bulunan bağımsızlık anlayışını yok etmektir. Emperyalizme göre bu amaçla geçmişte verilen bağımsızlık savaşı, güncel meselelerden uzak, göklerin üstüne çıkarılan ve bugüne yorumlandığı takdirde hayalcilikle ve gerçek dünyadan kopuklukla suçlanan bir ütopya olur. Gene aynı emperyalizme göre bugünün gerçeği, bağımsızlık, milli egemenlik ve milli devletlerin savunması değil aksine, sınırları belli olmayan, sınıfsal bir temele dayanmayan küresel ölçekteki bir özgürlük dalgasıdır. Bu neoliberal dalganın içerisinde “Vatan” “Ordu” “Bağımsızlık” gibi kavramlar militarist kalırken “Küresel birlik” adı altında ulusal egemenliğin yok sayıldığı ve hegemonik gücün batıya ait olduğu bir dünya tasavvur edilmektedir.
Türkiye bu neoliberal taaruz altında, geçen yüzyılın başındaki kazanımlarını kaybetme tehlikeleri içerisinde yıpranmıştır. Cumhuriyet düşmanı Fetullah Cemaatinin devlete yerleştiği, terör örgütü PKK ile çözüm süreçlerinin yapıldığı ve vatanseverlerin hapislere atıldığı dönemler yaşanmıştır. 2014 sonrasında Silivri duvarlarının yıkılması ile beraber Türkiye de, içerideki gladyo ile savaşa girmiş ve 15 Temmuz günü, darbeye geçit vermeyen Kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri ile beraber yüzlerce şehit vererek devletine, ordusuna sahip çıkan Türk Milleti, Amerikan Gladyosunu mağlup etmiştir Doğu Akdeniz’de ve Suriye’nin kuzeyinde aktif mücadele edilmektedir. Türkiye’nin dış cephede gösterdiği bu kararlı tutum iç cephede de bölücü ve gerici faaliyetlerle mücadele alanını derinleştirmiştir. Emperyalizmle verdiğimiz savaşın askeri ve siyasi kısmı göz önüne çıksa da kültürel ve toplumsal anlamda verdiğimiz mücadelede de bu gladyo ile karşı karşıya olduğumuz gerçeği asla unutulmamalıdır.
Kendini ilerici gösteren Atlantik emperyalizmi, Türk tarihindeki kadının rolünü de karanlıkta kalmışlık olarak tarif etmektedir. Halbuki Cumhuriyet Devrimimiz, karanlıklardaki kadını alıp erkekle eşit hale getirmiştir. Fakat İstanbul Sözleşmesi, bu kazanımların karşısında yer alırken işaret ettiği sistemle de batının kültürel dayatmalarının adeta yazılı beyanıdır. Medeni Kanunun getirdiği kadın-erkek eşitliğinin karşısında, İstanbul Sözleşmesinin 3. ve 4. maddelerinde eşcinselliği dayatılmaktadır. Bununla beraber GREVİO raporunda Sonuç ve Tespitler 352. madde de, Türkiye’de kadına şiddet vakalarının sebeplerini “toplumsal cinsiyet eşitliği ilkelerine sadık bir bağlılık olmadan ortaya konan çabalar” olduğunu saptayarak, sorunun çözümünün bu toplumsal cinsiyeti kabul edilmesinde olduğunu açıklamaktadır. Bu da demektir ki, GREVİO Raporuna göre eşcinsellik propagandasına izin verilmek zorundadır. Bu ve sayısız örneklerle dolu bu raporda, eşcinsellik dayatması ile ilgili hususlar açıkça Türk Hukukuna dayatmalarla doludur. Gene aynı GREVİO raporunda, Türk Ordusunun terörle mücadele faaliyetlerinin kadına şiddeti artırdığı gibi söylemlerle TSK yıpratılmaya çalışılmaktadır.
Rand Raporunun İttifak Siyaseti ve İstanbul Sözleşmesi
İstanbul Sözleşmesi batı merkezli oluşturulmuş bir siyasi metindir. Yazarlarının uyruğu, ismi, yaşadığı yer, nüfusa kayıtlı olduğu kütük, bunların hiçbir önemi bulunmamaktadır. O sözleşme, Batı merkezli neoliberal özgürlükçü dalganın, ülkemizin önüne koyduğu bir dayatma mukavelesinden farksızdır. İstanbul Sözleşmesi madde 68.5’de “…Sözleşmenin uygulanması hakkında sivil toplum örgütlerinden, sivil toplumdan ve insan haklarını korumaya yönelik ulusal kuruluşlardan bilgi alabilir” ibaresinde bahsedilen sivil toplum örgütleri, kadın siyasetini cinsiyetçi, kimlikçi bir anlayışta ele alan ve bununla beraber Türk Kadınının sorunlarıyla ilgilenmeyen ithal feminist örgütlerdir. Bu şekilde Türk yargısını denetleme görevi bu yapılara verilmektedir.
İstanbul Sözleşmesi, Türk toplumuna bir yaşam tarzı dayatmaktadır. Bu yaşam tarzı, aile kavramının olmadığı, emperyalizmle mücadelenin savaş çığırtkanlığı olarak görüldüğü ve milli devlet anlayışının hedef alındığı bir yaşam tarzını ortaya koymaktadır. Sözleşmenin birçok yerinde toplumsal cinsiyet kavramı kullanılarak, kadın ve erkek dışındaki cinsiyet grupları da meşrulaştırılarak açıkça eşcinsellik propagandası yapılmakta, toplumumuzun temelini oluşturan aile kavramı hedef alınmaktadır. Daha da ileri gidilerek feminist gruplara bu amaçla fonlar ayrılacağı söylenmektedir. Amaç, Türk toplumunun kendi kültürüne yabancılaştırıp batının neoliberal taarruzuna açık hale getirmektedir.
Sözleşme, Türkiye’de var olan bir savaşın tarafı olduğunu da açıkça belirtmektedir. Başta demiştik Türkiye 2014 sonrası Gladyo ile savaşa tutuşmuştur. Bu dönemden sonra Türkiye, bağımsızlığını korumak için bir zihniyet değişikliği yaşamaktadır. Atlantik sisteminin yıkıcı ve bölücü unsurları Türkiye’den temizlendikçe ülkemiz, Asya uygarlığı içerisinde yeniden ayağa kalkmaktadır. PKK ve FETÖ’nün ezilmesi bunun en somut örneğidir. CIA’nın Rand Corparation raporunda geçen “Demokratik ittifak unsurlarının bir araya getirilmesi” siyaseti işte burada kilit bir noktadadır.
Doğu Akdeniz’de ABD-İsrail-Yunanistan-GKRY olarak, Suriye’nin Kuzeyinde ABD-PKK-IŞİD olarak karşımızda duran emperyalizm, iç cephede kültürel ve toplumsal anlamda da Türkiye’yi sıkıştırmak istemektedir. Bunu yaparken de öyle sinsi ve öyle masum talepler ardına sarılmaktadır ki, vatansever kuvvetler içerisinde bulunan insanlarımızın bile kafaları karışmaktadır. Rus uçağı düşürüldüğü vakit oynanmak istenen oyunu gören vatanseverler hedefi doğru saptamış ve mevzilenmeyi doğru yerden kurmuştu. Bugün İstanbul Sözleşmesi hususunda “Kadınlar Ölmesin, Kadına Şiddet Son Bulsun” sloganlarına gizlenmiş liberalizm, milli devrimimizle kazandığımız Medeni Kanunumuzu doğrudan hedefe almaktadır. Getirdiği yorum ve yeni bir tarz ile kadın cinayetlerine dair ülkemizde zaten var olan adli yaptırımların haricinde yeni, olağanüstü bir düzenleme yapmadığı gibi Neoliberal iklime sıkı sıkıya bağlı, toplumu bölen ve kitleyi kendisinden yabancılaştıran bir hedef önüne koyuyor.
Emperyalizm ana hedef olarak seçtiği Kemalist Devrim’in yıkılması sürecinde ittifak siyasetini öyle bir genişletmiş ki, tabiri caizse beş benzemez diye anılacak siyasi yapılar, söz konusu Kemalist Devrim’e saldırmak olduğunda rahatlıkla yan yana durmaktadır. Aile kavramını koruyan, kadınımızı feodal sistemin zulmünden çekip çıkaran ve dışardan dayatmalarla Türk toplumunu gerçek sorunlarından kopuk, batıcı bir dayatmadan kurtaran Medeni Kanunumuz bu dönemde özellikle feminist grupların hedefi haline gelmiştir. Temek çelişkiyi emperyalizmden kurmayıp kimlikçi, cinsiyetçi bir sistem savunan İthal feminist yapılar ile Siyasal İslamcı yapılar Medeni Kanun karşıtlığında birleşmektedirler.
İşte Rand Raporundaki İttifak Siyaseti diyerek kastettiğimiz şey tam olarak da budur. Bu cephenin aktörleri her hadisede ortaya çıkmaktadır. Kendilerine Türkiye’nin ezilenleri adını veren bu yapılar demokratik bir ittifak çatısı altında bir araya gelmektedir.
Türkiye’nin, ABD’nin “kara gücüm” dediği PKK’ya yaptığı her operasyonda “Çocuklar ölmesin” diye ayağa kalkanlar, İstanbul Sözleşmesi batının dayatmasıdır dediğimizde “Kadın düşmanı” iftirasını atmaktadırlar. Etnik ve mezhepsel bölücülükle Kürt ve Alevi yurttaşlarımızı bir araya getirmeye çalışanlar, bu cephenin yanına LGBTİ+, feminist grupları da dahil ederek Rand Raporundaki geniş ittifak siyasetine hizmet etmektedirler.
Türkiye kararını vermiştir
Birinci meclis vekillerinin, saltanatın kaldırılmasında yaptığı hararetli tartışmalarda Mustafa Kemal Atatürk elini masaya vurarak şöyle demişti
“Efendiler, hakimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye müzakereyle, münakaşa ile verilemez. hakimiyet, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Şimdi de, Türk milleti hakimiyet ve saltanatını isyan ederek kendi eline bilfiil almış bulunuyor. Bu olmuş bitmiş bir iştir. Mesele zaten olmuş bitmiş bir hakikati ifadeden ibarettir. bu behemehal olacaktır.”
Türkiye, 2014 yılında bir karar vermiştir. Türkiye’nin tarihi birikimi, milletin ve devletin bağımsızlık anlayışı her türlü bölünme ve esaret planlarını kabul etmemiş ve yırtmıştır. Sadece Türkiye değil, Atlantik emperyalizminin karşısında vatan savaşı veren Asya uygarlığı da İstanbul Sözleşmesini reddederek bu dayatmaya karşı koymaktadır. Bu, Türkiye’nin yaşadığı tarihsel bir zorunluluktur ve aksine bir hareket, o hareket aktörlerine sadece kaybettirir. Her hangi bir yolla ister askeri, ister diplomasi, ister yargı veya uluslararası antlaşma hiçbir güç Türkiye’yi bu kararlılığından döndüremez. Tıpkı Mustafa Kemal’in dediği gibi “Bu olmuş bitmiş bir iştir.” Yeter ki biz mevzide sağlam duralım.
Türkiye, Türkiye’den yönetilir. Bu sebeple İstanbul Sözleşmesi gibi Anayasa’nın üstünde bir dayatma mercii kabul eden sözleşmelerin bağlayıcılığı olmayacaktır. Gün gelir buna salık veren Anayasa maddesi de değişir.
Çözüm süreci bittiğinde kardeşlik bitti dediler, biten PKK oldu.
KHK ile FETÖ’cüler atıldığında insan hakları, demokrasi biter dediler, biten Amerikancı Gladyo oldu.
Şimdi İstanbul Sözleşmesi için “Kalkarsa Kadın hakları mahvolur” diyorlar.
Türkiye’de kimsenin kadın haklarına dokunmaya, kadınları ezmeye veya onlara zulmetmeye gücü yetmeyecektir. Başta Türk Milletinin kadirşinas toplumsal değerleri olmak üzere, Türk Yargısı ve cephede emperyalizme karşı savaşan ve zaferde adını altın harflerle yazdıran Türk Kadını bu zulmü önleyecek güç ve kuvvete sahiptir.
Evladını PKK’nın elinde kurtarmaya çalışan Türk kadınının kurtuluşu, uyuşturucudan, tacizden, tecavüzden canı yanan Türk Kadınının kurtuluşu, yaşamak için sağlık, yaş koşullarına hiçe sayarak çalışmak zorunda kalan Türk kadınının kurtuluşu, toplumun emperyalizmden kurtuluşu ile mümkündür. Bu yoldaki tek silahımız, gücümüz, ellerimizden çıkan Kemalist Devrimimiz ve onun kazanımlarıdır.
oncugenclik.org.tr, 11.08.2020