Gözen Esmer, Öncü Gençlik Ankara İl Yöneticisi
Türk tarihini ele alırken yapılması gereken ve her zaman tarihi inceleyenlerin tartıştığı bir olgudur Türk olgusu. Binlerce yıldır var olan Türkler kimdir? Türk tanımı nasıl tanımlanmıştır?
Şüphesiz Türklerin insanlığın ilerleyişinde büyük roller üstlendiği açıktır. Atlı çoban kültüründen başlayan süreç büyük imparatorluklar kurmaya ve oradan da 20.yüzyılda verilen ilk antiemperyalist kurtuluş savaşıyla millet olmaya evrilmiştir. Türkleri bugün kadim milletler arasında saymamızın nedeni insanlığın sıçrama noktalarında üstlendiği roller ve ilerleyişe sunduğu katkılar ile yarattığı büyük kültürel, siyasi ve iktisadi birikimdir.
Böylesine bir tarihsel olguyu incelerken şüphesiz büyük zorluklar karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan ilki Türklerin geniş coğrafyalara yayılmış olması ve başka topluluklarla, kültürlerle değişip dönüşmesidir. Elbette bu dönüşüm karşılıklıdır.
Irk, Bodun, Tebaa ve Millet Kavramları
“Türk kimdir?” Meselesine girmeden önce belli başlı kavramları tanımlamak durumundayız. Aksi takdirde nesnellikten koparız ve Türklerin hareketini incelerken büyük yanlışlara, yanılgılara düşeriz. Bu kavramlardan ilki elbette ırk kavramıdır. Nedir Irk?
Kamuran Gürün şöyle açıklıyor : “En basit şekliyle tarif etmek istersek ırk, ırsi surette nesilden nesile geçen belirgin fiziksel benzerliklere sahip büyük insan topluluklarıdır. Irk kavramı dil veya milliyet ile karıştırılmamalıdır. Bir “Latin ırkı”, bir “Germanik ırk”, bir “Slav ırkı” hiçbir zaman olmamıştır.
Irk kavramına ait başka yaklaşımlar da mevcuttur. Ashley Montagu, Henry Fairchild ve Julian Huxley gibi isimler toptan ırk kavramına karşı çıkmışlardır ve insanlığın aynı kökten geldiğini savunmuşlardır. Özellikle Fairchild’in ortaya koyduğu argümanlar değerlidir.
Her şeyden evvel bugün ırk kavramının 17.yüzyılda gelişen Avrupa’nın kolonileşmek için kullandığı bir kavramdır. Esasında Avrupamerkezciliğin ürünü olan ırkçılığı, sömürücülüğün ideolojik temellendirmesi olarak tanımlamakta da beis görmemekteyiz. Bugün de emperyalist devletlerde kol gezen ırkçılık, bilimsel olarak çürütülmesine rağmen ABD Başkanı Donald Trump’ın sözlerinde hayat bulmaktadır. Koronavirüs salgınının Çin’de ortaya çıkması neticesinde ABD’de ve Avrupa’da yükselen Çin ırkçılığı bu konudaki kaygılarımızı açıklamaktadır. Bütün mazlum milletler ve onların içinde yer alan biz Türkler Avrupa ülkelerinin ve ABD’nin nezdinde karaderiliyiz. Yine de onları kendi mahkemelerinde mahkum etmiş olmanın gururunu yaşıyoruz. Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in AİHM zaferi Avrupamerkezci tarih ve kültür anlayışına ve aynı zamanda ırkçılığa karşı da bir zaferdir.
Irk kavramının üzerinde durmamızın bir diğer nedeni de bugün kendisini Türk milliyetçiliği içerisinde var etmeye devam etmesidir. Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur sözü bu anlayışın tezahürüdür. Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur demek Türklüğe bir kan bağı anlamı ve ırk anlamı atfetmektir. Oysa bu mümkün değildir. Çünkü bugün ari ırk diye bir şeyin olmadığı ispatlandığı gibi, başka topluluklarla karışmamış bir etnik köken de bulunmamaktadır. Zira Türklük ileride daha geniş belirteceğimiz üzere dil ile açıklanabilmektedir. Bir bakıma dilsel bir olgudur.
Bodun sözcüğünü açıklamadan önce Türklerde neden ırkçılığın olmadığına da kısaca değinmek gerekli diye düşünüyorum. Zira insanlığın tarihinde aslında bir istisna olan köleci toplum evresi yine Avrupamerkezciliğin bir dayatması olarak bütün insanlık için geçerli kılınmaya çalışılmış ve o turnikeden geçmeyen toplumlar medeni sayılmamıştır. Türkler de köleci toplum turnikesinden geçmemiştir. Bunda şu olguların etkileri vardır:
Atlı çoban kültürünün, Türkçe’nin yarattığı çekim gücünün, dinlerin hoşgörüsünün ve en önemlisi aslında insanlık tarihinde istisna olarak görülen köleciliğin Türklerde olmaması bugün Avrupa’da görülen ırkçılığın bizde yaşam alanı aramasına karşın görülmemesini sağlamıştır. Üstelik emperyalist devletlerin bu yöndeki kışkırtmalarına, provokasyonlarına rağmen ırkçılık bizde gelişmemiştir.
Geniş arazilere hükmetmek bir askeri demokrasiyi ve bir bakıma da eşitliği getiriyordu. Çünkü özel mülkiyet yeterince gelişmediği için kamu gücünü halk oluşturuyordu. Yani herkes aslında savaşçıydı. Üstelik kan bağı ilişkileri de bu dönemde henüz çözülmemişti. Diğer yandan Türklerin Müslümanlığa ya da diğer semavi dinlere geçişi ve medeniyet arayışı da bir etkendir.
Ayrıca Türkçe’nin çekim gücü olması, geniş coğrafyalarda konuşulması da ırkçılığı önlemektedir. Örneğin en eski Türkçe konuşan halk olduğu düşünülen Kırgızlar ile Sibirya ormanlarındaki Türkler arasında büyük fiziksel farklılıklar vardır. Bugün de öyledir. Özbekistan’daki Özbek Türkü ile Anadolu’daki bir Türk arasında büyük farklar vardır.
Bu meseleden sonra bodun kavramıyla devam edelim.
1930’ların başında çok kısa bir dönem millet sözcüğü yerine kullanılan ama sonradan vazgeçilen bodun sözcüğünü de tanımlamak gerekir. Bodun sözcüğü bugün d-y ses değişimi ile boyun olmuştur ve kökeni de bod yani boydur. Prof. Dr. Talat Tekin Hoca Orhon Yazıtları adlı kitabında –ki yazıtlar hakkında yapılmış en önemli çalışmalardandır- bod sözcüğünü boy, kabile ve bodun sözcüğünü de boylar, kabileler, halk olarak açıklamaktadır.
Buradaki kabile tanımı önemlidir çünkü Orhun Yazıtları’nın dikildiği 6 ve 8. Yüzyıllar Türkler için bir sıçrama noktasının oluştuğu yıllardır. Atlı çoban kültürünü yaşayan Türkler Göktürk Kağanlığı ile bir boylar federasyonu kurmuştur. Bu devlet kurma ve medeniyet geliştirme açısından önemli bir sıçrama noktasıdır. Nitekim Bilge Kağan’ın başlıya baş eğdirdim, dizliye diz çöktürdüm demesi bu kabileler birliğini ifade etmektedir. Türkler diğer kabileleri kuvvet kullanarak birleştirmiştir. Yine de kan bağından doğan ilişkiler henüz çözülmemiştir. İşte bodun Kağan’ın hükümdarlığı altında bulunan kabilelerin toplamına denmektedir. Bu bakımdan bugün biz Türk bodunu kavramını kullanmıyoruz. Çünkü bugün içinde bulunduğumuz süreç bir millet olma sürecidir. Tebaa kavramı ise bir hanedanlığa bağlılığın ifadesi olarak hayat bulmuştur. Kan bağından doğan ilişkilerden kurtulan toplum feodal çağa geçer ve bodun tebaa olur. Bu da bir aşamadır çünkü devlet meydana gelmiştir. Türkler için de Selçuklu tebaasından ve Osmanlı tebaasından söz edebiliriz. Osmanlılar’da bu kavram yerine reâya kavramının kullanıldığını görürüz. İki kavramda da tabii olma anlamı vardır. Türklerin Selçuklu devletinden önceki bir sıçrama noktası da Karahanlı devletidir. Karahanlı devletiyle İslamiyet gelmiştir ve toplumsal düzen değişmeye başlamıştır. Özellikle Selçuklu’da ve 15-16.yüzyıla kadar Osmanlı’da Karahanlı devletinin yarattığı İslami ve kültürel değerlerin etkisi görülür. Anadolu Müslümanlığının temelini oluşturan Hoca Ahmed Yesevi Karahanlılar devrinde yaşamıştır. Türklerin ilk devlet teorisi kitabı olan Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig’i ise yine bu devrin eseridir.
Bu ara sözden sonra yolumuza devam edelim ve millet kavramını açıklamaya çalışalım. Millet kavramı 18.yüzyılda gerçekleşen Büyük Fransız Devrimi’yle ve o tarihte yeni doğmuş bir sınıf olan burjuvaziyle birlikte ortaya çıktı. Türkiye’de milli demokratik devrim tezini ortaya atanlardan biri olan Mihri Belli Millet Gerçeği yazısında millet olmanın dört şartını şöyle açıklıyor : “Ulus, tarihi olarak teşekkül etmiş istikrarlı insan topluluğudur.Ve şu dört karakter birliği esasına dayanır: “Dil birliği, toprak birliği, iktisadi hayat birliği ve ulusal kültürde birlik içinde beliren ruhi şekillenme birliği” Mihri Belli bu dört karakter birliğinin dördünün de sağlanmasıyla ancak milletin oluşmasının mümkün olduğunu belirtiyor. Yani birinden birinin olmaması durumunda milletin henüz oluşmadığını söylemek durumundayız.
Millet kavramı bodun ve tebaadan daha ileriki bir aşamayı ifade etmektedir. O da bugün halen içinde bulunduğumuz milli devletler çağıdır. Türkiye’nin son 200 yılı millet olma yılıdır. Elbette burada Türklerin 200 yıldan önce var olmadığını söylemiyoruz. Sadece ve sadece bir aşamayı tespit etmeye çalışıyoruz.
Burada üzerinden atlamamız gereken konu kavramları yerli yerine oturmak ve özellikle bodun ile millet arasındaki aşamayı anlamaktır.
Türk Olgusu ve Türk Kimdir Sorusu
Türklüğün bir bakıma dilsel bir olgu olduğunu yukarıda ifade etmiştik. İlk kez yazılı olarak Orhun Yazıtlarında çıkan Türk veya Törük kavramı töreli yasalarca düzenlenmiş olan anlamına gelmektedir. Yazıtlarda Türk sözcüğünün töre, il, kağan, bodun gibi sözcüklerle yan yana kullanıldığını görmekteyiz. Ziya Gökalp ve Talat Tekin Hoca da Türk sözcüğüne töreli anlamını vermektedir. Bu niçin önemlidir? Bunun önemi Türk sözcüğünün kan bağıyla açıklanamamasındadır. Şüphesiz Altay Dağları’nda yaşayan bir Türk kavmi vardı. Ancak Türk töreli anlamına kavuşarak bir siyasi birleşimin ve ilerleyişin de adı haline gelmiştir.
Ayrıca “Türk kime denir?” sorusunun da cevabı buradadır.
Türklerin Tarihi kitabında Jean Paul Roux şöyle diyor: “Türklerle ilgili olarak kabul edilebilecek tek tanım dil bilimsel olandır. Türk Türkçe konuşandır. Bu sözü Türkçe’nin en önemli yazılı kaynaklarından biri olan Divan-ı Lügati’t Türk’te buluyoruz. Bir Karahan prensi olan Kaşgarlı Mahmud Türk sözcüğünü Türkçe konuşan olarak açıklamaktadır. Bütün dünya tarihinde Türkleri görünür kılan en önemli özellik Türkçedir. Hemen hemen her dilde muhakkak Türkçe bir sözcük vardır. Ve hemen hemen her dile ait sözcük ve ek de Türkçe’de vardır. Bu da Türklerin başka kavimlerle karışmaktan çekinmediğinin kanıtıdır. Atlı çoban kültürünün getirdiği büyük örgütlenme yeteneği ve Türkçe’nin çekim gücü Türkleri imparatorluk kuran bir tarihe kavuşturmuştur. Töreli sözcüğü bu anlamda da önemlidir. Çünkü ancak değişmeyi, dönüşmeyi ve vazgeçmeyi göze alan toplumlar büyük imparatorluklar kurarak farklı kavimleri bir arada tutabilir. Bu bakımdan Türkler’de alfabe kullanımı ve bir dini benimseme konusunda bir tutuculuk görmüyoruz.
Yine burada Türkiye’nin 200 yıllık millet olma sürecini vurgulamak durumundayız. Zira Selçuklu’dan hatta kısmen Karahanlı’dan itibaren Türk sözcüğü farklı bir tabirle ötekileşmiştir. Çünkü düzen tebaa düzenidir ve orada Türklüğe yer yoktur. Diyebiliriz ki Jön Türklerle birlikte millet ve vatan kavramları yeni anlamlar kazanmış, bir bakıma genişlemiş; Türk kavramı ise adeta küllerinden doğmuştur.
Tarihteki Türk olgusundan söz ederken Türklerin medeniyet tutkusundan da bahsetmek gerekir. Türkler birçok dini kabullenmiş ve medeniyeti aramıştır. Müslümanlık elbette en başta gelmektedir. Ancak Hristiyan Türkler, Musevi Türkler ve hatta Budist Türkler de vardır. Aslında buradan Müslümanlık olmadan Türklük olmaz diyen Türk-İslam sentezi de çökmektedir. Dediğimiz gibi Türklük dilsel ve kültürel bir olgudur. Burada bir ayrım noktası daha vardır: Türk milleti tanımı ile bütün dünyadaki Türkleri ifade eden Türk tanımı. Doğal olarak Türkler dendiğine Anadolu’da yaşayan ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkı yani Türk milleti akla geliyor. Ancak Türk bugün için de kültürel anlamda Türkçe konuşan bütün halkları ifade etmektedir. Bir dil bilim uzmanı ve Jön Türk olan Şemseddin Sami de Kamus-ı Türki adını verdiği sözlüğün “İfade-i Meram” kısmında Türkçe’yi Doğu ve Batı Türkçesi olarak ayırmakta Orta Asya’da kullanılan Türkçeyi Çağatay Türkçesi olarak ifade etmektedir. Ancak şunu da belirtmek gerekir: Bugün Türkiye Türkçesi ile diğer Türk lehçeleri arasındaki makas açılmaktadır. Geçmişte birbirine yakın olan bu lehçeler tarihin ilerleyişiyle değişime uğramaktadır. Şemseddin Sami yazısında bu farklılığı da dile getirmektedir.
Tartışmanın Önemi ve Güncelliği
Bu izahat da bugün açısından önemlidir. Eğer Türklüğü kan bağıyla açıklasaydık bugün ABD planları doğrultusunda Orta Asya’yı kendimize vaat edilmiş toprak olarak sayar ve kendimizi daha büyük güvenlik sorunlarıyla karşı karşıya bulurduk. Yine eğer genel kabul kan bağı olsaydı nitekim bunun da bugün ispatı mümkün değildir çünkü aryan bir kavim söz konusu değildir. Yine de bu şekilde açıklıyor olsaydık Rusya’yı, Çin’i, İran’ı ve bütün Arap coğrafyasını tarihsel düşman saymak durumundaydık. Ve orada yaşayan Türkleri Türk milletinin bir parçası görseydik, dolaylı yollardan da olsa diğer milli devletlerin toprak bütünlüğüne saldırıda bulunmuş olurduk. Bugün İran’ın kuzeybatısına Güney Azerbaycan demek böylesi bir yanlıştır. Çin’in Sinchiang Uygur Özerk Bölgesi’ne Doğu Türkistan demek de böyle bir yanlıştır ve tam da ABD emperyalizminin istekleri doğrultusundadır. Bu söylemleri üretenlerin ve uygulayanların da ABD ve NATO ile olan doğrudan ya da dolaylı ilişkileri artık apaçık ortadadır.
Türk olgusunu kan bağıyla ya da etnik temelde ele almak Türkiye’nin birliğine de zarar vermektedir. Özellikle terör örgütü PKK bu söylemden faydalanmaktadır. Aynı mantığı ters bir bağıntıyla Kürt kökenli vatandaşlarımız için kullanmaktadır. Ve aynı zamanda bir Türk ve Kürt ayrımı yaratarak ülkemizin bütünlüğüne saldırmaktadır.
Tartışmanın güncelliği işte buradadır. Madem ki Dışişleri Bakanlığı’nın kabul ettiği ve hayatın doğruladığı gibi artık Asya çağındayız, Asya’da şerefli yerini alacak olan Türk olgusunu doğru ele almak ve Türklüğü doğru ifade etmek durumundayız. Buradan da yaratılacak bir ayrılık Türkiye’nin emperyalizme karşı kurduğu ve şüphesiz daha da geliştireceği ittifak potansiyeline darbe vuracaktır. Son söz olarak Türk olgusu yalnızca 200 senelik bir olgu değildir. Binlerce senelik bir tarihin birikimidir. Türklerin tarihindeki örgütlülük, örgütçülük başka toplumlarla birlikte dönüşme ve örgütlenme yeteneği bugün en büyük kazanımlarımızdan biridir. İnanıyoruz örgütlü Törük Asya çağına da damgasını vuracaktır.
Kaynakça:
1- Prof. Dr. Ahmet Taşağıl, Kök Tengri’nin Çocukları, Bilge Kültür Sanat, Nisan 2019
2- Doğu Perinçek,Bozkurt Efsaneleri ve Gerçek, Kaynak Yayınları, 1997
3- Talat Tekin, Orhun Yazıtları, Bilgesu Yayınları, 2019
4- Şemseddin Sami, Kamus-ı Türki, Çağrı Yayınları
5- Talat Tekin, Tarih Boyunca Türklerin Yazımı, Simurg Yayınları,
6- Jean Paul Roux, Türklerin Tarihi, Kabalcı Yayınları, 2018