Doğu Perinçek’in ”Kemalizmin Felsefesi ve kaynakları” kitabından
VIII
KEMALİST DEVRİM’E RAĞMEN
HÂLÂ MİLLÎ DEMOKRATİK DEVRİM AŞAMASINDAYIZ
Toprak devrimi, doğrudan doğruya burjuva demokratik devrimin temeli ve özüdür.1 STALİN
Behice Boran grubu, Kemalist Devrim’le birlikte, Türkiye’de demokratik devrimin tamamlandığını iddia ettiler. Daha sonra bu tezlerini biraz değiştirerek, demokratik devrimin 27 Mayıs 1960’ta sona erdiğini ileri sürdüler.2 Yeni kurulan TİP’in programı, buna uygun olarak cumhuriyet döneminin “feodalizmi tasfiye” ettiğini ileri sürdü.
Köylü Meselesi ve Millî Mesele Çözülemedi
Emperyalist işgalcilerin yurttan atılması ve sultanlığın kaldırıl-ması, burjuva demokratik bir devrimdi. Ne var ki, cumhuriyet, demokratik devrimin temel görevlerini tamamlayamadı.
Marksizmin büyük ustalarının belirttiği gibi, demokratik devrimin özü toprak devrimidir, köylünün toprağa ve hürriyete kavuşmasıdır. Demokrasi, her türlü feodal ve yarıfeodal bağımlılık ve kalıntının devrimle tasfiye edilmesi demektir. Demokratik hürriyetler ve kurumlar, ancak bu temel üzerinde var olabilir ve yaşayabilir.
Fransız burjuva demokratik devrimi bu görevi yerine getirmişti. Buna rağmen, Marx, Lenin ve Stalin, 1848 devrimi ve 1871 Paris Komünü’nde dahi, meselenin hâlâ köylülük ve diğer orta tabakalarla birlikte demokratik cumhuriyeti gerçekleştirmek olduğunu birçok yerde belirtmişlerdir.3
Rusya’da 1917 Şubat Devrimi’ne kadar görev, demokratik devrimdi. Kapitalizmin hızla geliştiği bu yıllarda, Bolşeviklerin temel şiarları, “Demokratik cumhuriyet, topraklara el konması ve sekiz saatlik işgünü” oldu. Çin’de 1949 yılına kadar süren yeni demokratik devrimin görevleri de buydu.
Kemalist Devrim millî demokratik devrimin bütün görevlerini yerine getirmedi. Stalin, belirttiğimiz gibi, Kemalist devrimin köylü meselesini çözemediğini, “bir toprak devrimi olasılığına karşı yöneldiğini” ve işçi ve köylüleri ezen bir diktatörlük kurduğunu söylüyordu.4 Türkiye, demokratik devrimini tamamlayamadığı içindir ki, tekrar emperyalizmin yarısömürgesi olmaktan kurtulamadı.
Bu nedenle, Türkiye proletarya hareketi, programına demokratik devrim hedefini koymuştu:
“Amele ve köylü diktatörlüğü, öldürücü darbelerini ilkönce en tehlikeli düşmanlarına, emperyalistlerin ve yarı-derebeyi gericilerin kafalarına indirir.”5
TKP’nin Komünist Enternasyonal’deki delegeleri, bu görüşü şu sözlerle dile getiriyorlardı:
“Türkiye bu burjuva devriminden geçmiştir. Ne var ki, bu devrim, burjuva demokratik devrimin bütün görevlerini yerine getiremedi. Toprak devrimini, milliyetler meselesini vb. henüz çözemedi. Türkiye’de hâlâ yarıfeodal kalıntılar vardır… Nüfusun çoğunluğu, küçük üretici köylülerden oluşmaktadır. İşte bu yüzden, Türkiye proletaryasının önündeki görev, işçi köylü diktatörlüğünü kurarak, proletarya diktatörlüğüne geçiştir.”6
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde Türkiye, emperyalizme bağımlı bir ülke haline geldi. Emperyalizm ve toprak ağalığının baskı ve sömürüsü çeşitli biçimlerde devam etti. Bu nedenle aradan kırk yıl geçmesine rağmen Reşat Fuat 1968 yılında şöyle yazıyordu:
“… millî kurtuluş savaşı da bir burjuva demokratik hareket niteliğindeydi, fakat maalesef işin kısmen bir yanı, emperyalizme ve onun desteği teokratik saltanat idaresine karşı olan veçhesi gerçekleşmiş olduğu halde demokratik tarafı çok noksan kalmıştı… zirai mesele halledilmemiş, derebeyliğe karşı köklü bir mücadele yürütülmemiş… millî mesele de burjuva demokratik devrime yaraşır bir şekilde ele alınmamış, çözümlenmesi yoluna gidilmemişti.”7
Demokratik Devrimi Emperyalizme Yaptıranlar
Görüldüğü gibi toprak devrimi ve millî meseleyi çözememiş bir ülke millî demokratik devrim aşamasındadır. Boran’lar devrimimizin içinde bulunduğu aşamayı reddederken çeşitli görüşlere sarıldılar. Bolşeviklerin demokratik devrim dönemindeki temel şiarı olan “cumhuriyetin” Türkiye’de gerçekleştiğini ileri sürdüler. Çünkü demokratik devrimi eskiden beri burjuva parlamenter rejimle karıştırmışlar ve demokratik devrimin özünün toprak devrimi olduğunu inkâr etmişlerdi. Bolşeviklerin “cumhuriyet” şiarını da kendi menşevik görüşlerine göre tahrif etmişlerdir. Lenin, “cumhuriyet” şiarı ile bir hükümet biçimini değil, her zaman demokratik devrimi kastetmişti. Bunu bir yazısında şöyle ifade etmekteydi:
“Daha da kısa olsun diye cumhuriyet kelimesiyle ifade ettiğimiz, burjuva demokratik devrimidir. Bütün halk, yani küçük burjuvazi ve köylülüğün tümü de bu görevle karşı karşıyadır. Bu devrim gerçekleşmeden sosyalist devrim hedefiyle az çok geniş bir bağımsız sınıf örgütlenmesini geliştirmek imkânsızdır…
“Biz, cumhuriyet kelimesinden hükümet şeklini değil, asgari programımızda yer alan demokratik reformların tümünü anlıyoruz.”8
Boran’lar, yeni TİP programıyla demokratik devrimin cumhuriyet dönemi içinde tamamlandığını ileri sürüyorlar. Programın başlangıç bölümünde şunlar yazılı:
“Cumhuriyet dönemi, feodalizmin tasfiyesi, kapitalizmin ve onunla birlikte burjuva iktidarının güçlenmesi ve Türkiye’nin, bütününde, dışa bağımlı ve geri de olsa, kapitalist topluma dönüşmesi dönemi olmuştur. Bu süreç içinde feodal ilişkiler içindeki toprak ağaları sınıfı, büyük ve egemen kesimiyle, kapitalist işletmecilik yapan büyük toprak sahipleri sınıfına dönüşmüş, burjuvalaşmıştır.”
Görüldüğü gibi TİP yöneticileri Türkiye’de demokratik devrimi sonuç olarak, emperyalistlerin ve işbirlikçilerin yaptığını ileri sürüyorlar. Böylece onlara göre, sıra “sosyalist devrime” gelmiştir ve onu da sosyal-emperyalistlere yaptırmak niyetindedirler.
Boran’lar, halk yığınlarının tarihi ilerleten güç olduğunu inkâr ediyorlar. Bu anlayış, onları halk üzerinde revizyonist bir burjuva diktatörlüğünü savunmaya götürüyor. Halk yığınlarının rolünü reddettikleri için, “devrimleri” emperyalistlere ve işbirlikçilerine yaptırıyorlar. Onlara göre, emperyalizmin Türkiye’ye girmesi, feodal yapıyı çözmüş ve sonuç olarak yurdumuz demokratik devrimini bu yoldan tamamlamıştır.
Feodal Kalıntılar Devrimle Tasfiye Edilmedikçe
Ortaçağ Baskıları Sürer
19. yüzyılın ortalarından sonra Türkiye’ye giren yabancı kapitalizmin, feodal ilişkilerde belli çözülmelere neden olduğu ve iç pazarı dışa açtığı bir gerçektir. Fakat emperyalizm, aynı zamanda Osmanlı toplumunda filizlenmeye başlayan sanayiyi çökertmiş, feodal kalıntılarla sıkı bir ittifak yapmış ve feodal ilişkilerin kökten tasfiyesini önleyen bir rol oynamıştır.
Son yüzyıl içinde Türkiye’de feodal ilişkilerde görülen çözülme sonucu ortaya çıkan ilişkiler, gerçekten kapitalist ilişkiler midir? Feodalizm, geniş köylü yığınlarının aşağıdan gelen devrimci eylemi ile tasfiye edilmediği için, bugün geniş ölçüde ortaya çıkan, Lenin’in deyimiyle “toprak ağaları ekonomisi”dir. Tarımdaki toprak ağaları ekonomisi, içinde “hem kapitalizmin, hem de serfliğin unsurlarını taşımaktadır.”9 Bu nitelik Türkiye tarımının her alanında belli ölçülerde kendini gösteriyor.
Feodalizmin bir devrimle tasfiye edilmediği her yerde görülen, üç aşağı beş yukarı budur. Tarımda kapitalizmin göstergesi, ücretli işgücünün sömürülmesidir. Türkiye’de ücretli işçi, tarımda çalışanların hâlâ küçük bir bölümüdür. Kaldı ki Türkiye’de tarım işçilerinin büyük bir çoğunluğu dahi yarıserf durumundadır. Üzerlerinde ortaçağdan kalma çeşitli baskılar, bağımlılıklar, angarya vb. söz konusudur.
Bırakalım günümüzün Türkiyesini, 19. yüzyılda büyük kapitalist gelişme göstermiş, fakat tarımdaki feodal ilişkileri bir devrimle tasfiye edememiş Almanya için dahi, Marx, 1867’de şöyle diyordu:
“Modern kötülüklerin yanı sıra dünün mirası olan bir sürü kötülüklerin; çok eski üretim biçimlerinin alttan alta hâlâ sürüp gitmelerinden doğan ve bunların kaçınılmaz olarak beraberlerinde getirdikleri çağdışı toplumsal ve siyasal ilişkilerin altında eziliyoruz.”10
Rusya’daki benzer gelişmeyi de Lenin aynı şekilde tahlil etmiştir. Serflik bir devrimle tasfiye edilmediği ve toprak ağalarının iktidarına son verilmediği sürece görev, demokratik devrim olarak kalır. Çünkü emperyalizmin sömürüsü altındaki bir ülkede, kapitalist gelişme, feodal ilişkileri hiçbir zaman bütünüyle ortadan kaldırmaz.
Emperyalizm ve Faşizm “Toplumsal İlerleme” mi Getiriyor?
Hal böyle iken Boran’lar, Türkiye’de emperyalizmin feodalizmi tasfiye ettiğini ileri sürüyorlar. Aslında bu, emperyalistlerin savunduğu bir teoridir. Bütün emperyalistler, sömürdükleri ülkelere “uygarlık ve demokrasi” götürdüklerini, bu ülkeleri geri üretim tarzlarından kurtardıklarını ileri sürerler. Boran’lar da sonuç olarak, emperyalizme bağımlılığın “ilerletici” olduğu tezini savunmuş oluyorlar.
Bu tezlerin gerçek niteliğini, Lenin şu sözlerle belirledi:
“Öteden beri, sömürge siyasetinin ilerici bir siyaset olduğunu, kapitalizmi yerleştirdiğini, dolayısıyla onu ‘açgözlülük ve zalimlikle suçlamanın’ anlamsız olduğunu, çünkü ‘bu nitelikler olmaksınız’ kapitalizmin ‘ayağına köstek vurulacağını’ söyleyenler revizyonistler olmuştur.”11
Ünlü dönek Kautsky, Lenin’e karşı, emperyalizmin, sömürdüğü ülkelerde “ilerletici” rol oynadığını savunuyordu. Bu tezler, Kautsky’yi en sonunda sosyal-emperyalist bir ideolog haline getirdi. Boran’ların da tezleri aynıdır. Sovyet sosyal-emperyalizmine bel bağlamaları da bu ideolojik tavırdan gelir.
Boran’ların görüşleri, “oligarşi teorileri” kisvesi altında 12 Mart faşizmi konusundaki tahlillerde de ortaya çıktı. Bu görüş sahipleri, 12 Mart’ın faşist iktidarını, eski toplum yapısını tasfiye eden sanayi burjuvazisinin iktidarı olarak değerlendirdiler. Emperyalizme ilerletici bir rol tanıyan tezler, bu sefer de emperyalizmin en sadık işbirlikçisi olan faşist cuntaların “antifeodal” karakterde olduğunu savunmaktaydı.12
Oysa gerek cumhuriyet döneminin bütün iktidarları, gerekse 12 Mart iktidarı, yalnız burjuvazinin değil, aynı zamanda toprak ağalarının iktidarıydı. Toprak ağalarının, cumhuriyet iktidarları içindeki güçleri, cumhuriyetin kuruluşundan bugüne eksilmemiş, artmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki antifeodal reform ve önlemler toprak ağalığını tasfiye etmedi. CHP, DP, AP ve 12 Mart iktidarları, köylük alanlarda toprak ağalarına ve tefecilere dayanmıştır. Bugün de durum farklı değildir. Büyük burjuvazi, toprak ağaları ve tefecilerle ittifak etmeksizin geniş köylü yığınlarını hâkimiyeti altında tutamaz.
12 Mart’ın laik geçinen ve Atatürkçülüğü dilden düşürmeyen generalleri kimseyi yanıltmamalıdır. Bunlar, ağaların, şeyhlerin, tefecilerin müttefikidir. Dinini satmış ve paradan başka “Allah” tanımayan büyük patronlar, dinci ideolojinin başlıca dayanağı olan toprak ağaları ile aynı saftadır.
Kurtuluş Savaşı’ndan Çıkan Ders
Bugün Türkiye’nin önündeki mesele, ortaçağın bütün kalıntılarını toplumumuzun her alanından söküp atmaktır. Feodal ve yarıfeodal karakterdeki kurum ve ilişkileri tasfiye etmeden sosyalizme geçmek gibi bir marifet bugüne kadar keşfedilmedi. Bundan sonra da keşfedilemez.
Türkiye’de kapitalizmin gelişmesi, demokratik devrim görevini ortadan kaldırmıyor; tam tersine demokratik devrim mücadelesini güçlendiriyor. Lenin, bu gerçeği Rusya için şöyle açıklıyordu:
“… endüstrideki nispeten gelişmiş kapitalizm ile köylük bölgelerin müthiş geriliği arasındaki çelişme çok belirgin bir hal alır ve nesnel sebeplerden dolayı, burjuva devrimini daha köklü olmaya, en hızlı toplumsal ilerleme için gerekli şartları yaratmaya zorlar.”13
Demokratik devrim, sadece feodal kalıntıları değil, öncelikle emperyalizmi hedef alıyor. Çünkü emperyalizm, feodal kalıntıların üzerine cila çekmekle birlikte varlıklarına dokunmuyor; tam tersine feodal kalıntıları koruyor ve geri toplum yapısını devam ettiriyor. En önemlisi, emperyalizm, toplumumuzdaki bütün gerici ilişki ve kurumların arkasındaki güçtür. Çağımızın millî demokratik devrimleri, eski tipte demokratik devrimlerden farklı olarak, öncelikle emperyalizme bağımlılığa son verme göreviyle yüz yüzedirler.
Kurtuluş Savaşı’na ve Sultanlığın kalkmasına rağmen, Osmanlı’dan kalan ilişkiler toplumumuzun birçok alanında yaşıyor. Burjuvazi Osmanlı devletini bütünüyle tasfiye edemedi, edemezdi de. Bunu başaracak olan işçi sınıfı önderliğindeki halktır. Kemalist Devrim’den çıkaracağımız ders budur. Büyük Ekim Devrimi’nden sonra açılan çağda, proletaryanın önderlik etmediği millî kurtuluş hareketleri, kalıcı zaferler kazanamaz; halkı emperyalizmin ve toprak ağalığının sömürü ve baskısından kesin olarak kurtaramaz; milliyetler üzerindeki baskıları kaldıramaz. Kendi tarihimizden de çıkardığımız bu değerli ders, millî demokratik devrim mücadelesinde halkımıza ışık tutuyor. Türkiye halkı, millî demokratik devrimi proletarya önderliğinde başaracağı için, kesintisiz olarak sosyalizme geçecek ve sömürünün her çeşidine toplumumuzun her alanında son verecektir.
1 J.V. Stalin, Milli Demokratik Devrim, s.83.
2 Yürüyüş, sayı 7, 20 Mayıs 1975.
3 Marks’ın Engels’e 16 Nisan 1986 günlü mektubu için bkz. Marks-Engels, Werke, c.22, s.139.
Stalin, Gesammelte Werke, c.5, Dietz Verlag, Berlin 1950, Berlin 1950, s.299 vd.
4 Stalin, Millî Demokratik Devrim, s.70.
5 TKP 1926 Programı, Madde 46, bkz. Doğu Perinçek, Sahte TKP’nin Revizyonist Programının Eleştirisi, Aydınlık Yayınları, İstanbul, Aralık 1976, s.63.
6 “Fahri”, Komünist Enternasyonal 6. Kongresi’ndeki Konuşma, Türkiye Komünist ve İşçi Hareketi, s.206 vd.
7 Reşat Fuat Baraner, “Anti-Emperyalist ve Anti-Feodal Mücadele Toplumumuzun Tüm Olarak Menfaatlerini Temsil Eder”, Türk Solu, s.15, 27 Şubat 1968 veya Aydınlık dergisi, sayı 67, Eylül 1976, s.18.
8 Lenin, “Proletarya ve Köylülüğün Demokratik Devrimci Diktatörlüğü”, Werke, c.8, Dietz Verlag, Berlin 1959, s.292.
9 Lenin, Toprak Meseleleri, çev. Şahin Alpay, Sol Yayınları, Ankara, Nisan 1969, s.34 ve 35.
10 Marks, Kapital, c.1, çev. Alaattin Bilgi, 2. basım, Sol Yayınları, Ankara, Mart 1978, s.17.
11 Lenin, Doğuda Ulusal Kurtuluş Hareketleri, s.58.
12 Örneğin Mahir Çayan’ın “Kesintisiz Devrim” adlı yazısının ikinci basımını yayınlayaların notundaki ve ODTÜ-DER Kurulurken adlı broşürün 7 ve 8. sayfalarındaki görüşler bu yöndedir.
13 Lenin, Toprak Meseleleri, çev. Şahin Alpay, Sol Yayınları, Ankara, Nisan 1969, s.55.