Ana Sayfa Yazılar Müslümanlık Anti Laik, Laiklik Anti İslam Olmak Zorunda Mı?

Müslümanlık Anti Laik, Laiklik Anti İslam Olmak Zorunda Mı?

307

Mirza Çelik

Vatan Partisi Öncü Gençlik Ankara İl Sekreteri

Türkiye’nin gündemi, Yer6 Film isimli Youtube kanalında paylaşılmış olan “Şeriat” tartışmasıyla uzun bir süre çalkalandı. Türk kamuoyu, laik anti laik çatışmasında daha da uzlaşılamaz basma kalıplarla itiliyor.

Gün geçmiyor ki Türk toplumu suni kamplaşmaların odağı olmasın. Türkiye Cumhuriyeti tarihi, devrim-karşı devrim mücadeleleriyle sürmeye devam etmektedir. Devrimlerin iktidarıyla karşı devrimlerin iktidarı savaşımları yıllardır sürmekte, iktidarı ele geçiren kuvvetler sürekli değişmektedir. Karşı devrim iktidarlarında da en açık şekilde gözümüze çarpan emperyalizmle orta çağ ideolojisinin sarsılmaz birlikteliğidir. Tüm karşı devrimci süreçlerde, cumhuriyetin kulken yurttaş olma programı ve tam bağımsız Türkiye’nin kolonları hedefe konmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin sarsılmaz laiklik anlayışının sürekli olarak sorgulanmaya açılmasının sebebi, emperyalizmin Türkiye’de tam olarak bitirilmemiş olan orta çağ kuvvetlerini harekete geçirmesidir. Türk toplumunun benimsemekte sorun yaşamadığı laiklik anlayışı yeni bir uç noktaya taşınmış oldu: Müslümansan anti laik, laiksen anti İslam. Müslüman olmayı doğrudan laiklik karşıtlığı ve şeriat savunmaya, laik sistemi savunmayı ise doğrudan İslam düşmanı olmaya, Müslümanları inançları dolayısı küçük görmeye ve seçkinci olmaya yani burjuva ateizmine indirgeyen yeni bir kamplaştırma tarzıyla karşı karşıyayız.

Orta Çağ’ın Doğru Temellerde Değerlendirilmesi

İki kutbun ortak sorunu, anakronizm. Nasıl Orta Çağ’ın gereklerini bugüne dayatmak doğru değilse bugünün gereklilikleriyle o günü değerlendirmeye çalışmak da doğru olmaz. Bu sorunun merkezinde ise iki tarafın değerlendirmelerinin materyalizmden uzak olması bulunuyor. Bilimsel ve tarihsel bakış açısının eksikliği bugün insanlığa, diri diri gömülen kız çocuklarını sırt üstünde taşımaya başlamış Hz. Muhammed’in, Hz. Aişe ile kaç yaşındayken evlendiğini tartıştırıyor.

İlkel toplumda büyücülükle üretim arasında sağlam bir bağ vardı. Kabilede yaratılan ortak duygularla doğaya müdahale edebilme, üretimi geliştirebilme insanın en önemli arayışıydı. Toplumların gelişmesi sonucunda üretim fazlası yaratıldı ve büyü ile üretim arasındaki o bağ kopmuş oldu. İlkel toplumdaki büyü sınıflara bölündü. Bilim, sanat ve dine dönüştü. Üretim fazlasının yaratılmasıyla birlikte, üretime katılmadan üretimden pay alan bir sınıf için koşullar oluşmuştu. Boş zamana kavuşmuş olan büyücülük; sanat, bilim ve dini faaliyet yapabilecek imtiyazı elde etmişti. Buradaki en önemli ayrım ise büyücü ve kabile arasındaki ortak paydaşlığı yaratan ve üretime odaklı duygudaşlık yerine üretene el koyan imtiyazlı bir sınıfı yaratmış oldu. Böylece diğer “emek bölüşümünden doğan” ayrıcalıklar gibi din de egemenliğin başat unsuru olmuştu. Din, efendi insanın toplumu belirli bir düzene sokma ve denetim altına alma çabasının kaynağıydı. Sınıfsız toplumda henüz ortaya çıkmamış olan egemenlik, Orta Çağ’da dine yani tanrısal kaynaklara aittir.

Din uygarlıkla beraber doğdu ve ilk uygarlığın ideolojisi oldu. Özel mülkiyetle beraber insanın doğayı kontrol altına alma çabası büyük bir atılım yaptı. Din, ticareti yerleştirerek meta uygarlığının gelmişinin ideolojik zeminini hazırladı ve insanlığın büyük atılımına hizmet etti. İlk sanatçılar ve ilk bilim adamları bu uygarlığa borçludurlar. Çünkü onlar da din adamlarıyla birlikte hazır yiyici sistemin bir bakıma aylaklaşmış takımını oluşturuyordu. Sanayi toplumuna kadar bilimsel, sanatsal ve dinsel faaliyetler iç içeyken sanayi toplumu bilim ve sanatı dinin egemenliğinden özgürleştirmiştir. 

Tarihe bakınca açıkça görüyoruz ki egemenlik kavramının var oluşu, egemenliğin dinlere (efendiliğin din liderlerine) geçmesi üretim ilişkilerine dayalı ve sınıfsaldır. Kuşkusuz olarak bu maddi temellerde Orta Çağ’ın ideolojisi dindir, efendisi tarikattır. Sanayi devrimiyle birlikte üretim ilişkileri değişmiş ve toplumlar ekonomik temellerle birlikte yeni devrimci süreçlere girmiştir. Devrim ise alt üst oluştur. Egemenliğin (iktidarın) değişmesi yani devrimcilerin siyasi aracın başına geçmesedir.

eriat Tartışmasının Dünü, Bugünü ve Yarını

Çoktan bitmiş olan ama sürekli pişirilip pişirilip önümüze getirilen bu meseleyi bilimsel ve ideolojik olarak tahlil etmemiz gerekmektedir ki meselenin özünü kavrayalım. 2 saat süren tartışmanın özündeki eksikliği bulalım, doğruyu bulmakta önümüzde duran dağların tepesine tırmanalım. 

Bütün tarihsel gerçekler ışığında İslam’ı ve Hz. Muhammed’i değerlendirdiğimizde, İslam’ın bir silahlı devrim yaptığını, putları yıktığını, Mekke’yi özgürleştirdiğini; Hz. Muhammed’in ise bu silahlı devrimin önderi olduğunu görüyoruz. İslam putları yıkmıştır, insan olarak nitelendirilmeyen köleleri hukuk sahibi yapmıştır, yaşama hakkına sahip olmayan kadınları hukuk sahibi yapmıştır. 

Putların yıkılması, kabile toplumunun tam anlamıyla son bulmasıdır. Putlar dinsel sembollerdir, kabile toplumunun bölünmüşlüğünü temsil eder. Hz. Muhammed’in önderliğinde putların yıkılması o coğrafyanın ve dünyanın yeni bir tarihsel sürece atılmasıdır. Hem sondur hem de insanlık için yeni bir başlangıç, yeni bir devrimdir.

Hz. Muhammed halkını hakikate yönlendirmiştir. Hristiyanlık, tarihsel olarak İslam’dan öncedir ve İslam’la birlikte eskimiştir. Hristiyanlık inancında, teslis vardır. Hz. İsa, Allah’ın oğlu olarak kabul edilir böylece insana tanrı hüviyeti verilmiştir. Hz. Muhammed ise kulu ve elçisidir diyerek, insanı Allah olarak nitelendiren idealizme karşı kulluğu yani insanın insan olduğu gerçeğini topluma göstermiştir. İslam, Orta Çağ toplumunda bir ticaret devrimi gerçekleştirilmiş, yerleşik hayat ve devlet örgütlenmesi konusunda tarihi bir atılım yapmıştır. Adil paylaşım, hukuki kurallar, örgütlü toplum ve zulme karşı direnen toplumun ilk örnekleri Hz. Muhammed önderliğinde inşa edilmiştir. İslam’ın başarıları, Hz. Muhammed’in ömrüyle sınırlı kalmamış ve Hz. Muhammed’in vefatından sonra dünyanın birçok coğrafyasında İslam adaletle hüküm sürmüştür. Özellikle 9. ve 13. Yüzyıllarda İslam, felsefenin ve bilimin gelişmesine çok önemli katkılar sunmuştur. Türkler de medeniyet havzasına İslam’la birlikte girmiştir. Kuran’ın kendi metodolojisinde ve tevatürlere dayalı islami okumalarda da gördüğümüz gibi İslam’ın zamana uygun yorumlanması adına içtihat kapıları açık bırakılmıştır. Kuran kendi içerisinde nesih-mensuh metoduyla bazı kurallarının zamana uygun şekilde değişebileceğini göstermiştir. (Bu konuya dair Kuran’ın kendi içerisinde bulunan, geçmişte bulunan ve günümüzde bulunan örnekler detaylıca sunulacaktır.) 

İslam Orta Çağ’ın en ileri ideolojisi olmuştur.

Laiklik hangi tarihsel süreçlerde gelişti

Biz dünya tarihindeki bu gerçekleri Osmanlı’dan bugüne inceleyelim ki ülkemizde bugün tartıştığımız meselenin tarihi seyahatini gözlemleyebilelim. 

Baltalimanı Anlaşması’yla beraber Osmanlı iktisadi olarak hegemonyanın boyunduruğu altına girmişken Tanzimat’la beraber kapitalist hegemonyanın iktisadi, askeri ve kültürel gereklilikleri topluma iyice dayatılmıştı. Yazının başında bahsettiğimiz burjuva ateizmi asıl olarak Tanzimatçılıkla birlikte yeşermeye başlamış oldu. Batı modernleşmesi toplumun gerçeklerini küçümsemiş ve kapitalist hegemonyanın boyunduruğunun siyasi hattını oluşturmuştur. Cumhuriyet ise Tanzimat’ın batıcılığının değil çağdaşlığın siyasal sistemidir. Osmanlı’nın bu koşullarını takip eden sürecin sonunda Osmanlı topraklarını bölüşmek adına 1. Dünya savaşı başlamış oldu.

Egemenliğini Orta Çağ’dan alan İstanbul Hükümeti zaaflar içerisindeyken ve bu süreçlere önderlik edemezken yeni bir halk hareketi başlamış oldu. Mustafa Kemal bu halk hareketine önderlik etti ve savaşı kendi merkezinden yönetti. Türk halkı bu süreçte emperyalizme karşı büyük zaferler kazandı ve sonucunda ise İstanbul hükümetine karşı olarak Ankara’da yeni bir hükümet kuruldu, cumhuriyet fiilen ilan edildi. Yeni cumhuriyet egemenliğini Orta Çağ’a dayandırmıyordu. Cumhuriyet emperyalizme karşı “Tam Bağımsız Türkiye’nin” teminatı olmuş oldu. Cumhuriyet, öncülerin önderliğinde halkın büyük inisiyatifinin inşa ettiği bir devlettir ve kulken yurttaş olma felsefesinin anlayışıdır. İslam, insanı tanrı seviyesinden kula indirmişken; cumhuriyet kulken yurttaş olmanın örneğidir. 

Tarihsel değerlendirmeleri yok saymadan derinleştirmeye devam edersek egemenliğin tanrısal kaynaklara dayandırılması üretim ilişkilerin gerekliliklerinden doğmuştur. Egemenlik, üretim ilişkilerin değişmesiyle kaynağını değiştirir çünkü siyasal aracın başına geçen değişmiştir. Esas olarak laiklik, Batı’da feodal güçlerin en büyüğü olan krallara karşı, köylünün iş gücünü özgürleştirebilmek adına burjuvazinin krala karşı halkı kışkırtmasıyla icat edilmiştir ve laiklikle birlikte kilisenin gücü iyice baltalanmıştır. Bu şekilde köylü gücü feodal beylerden ve en büyük feodal güç olan krala karşı özgürleştirilmiştir. O yüzden laiklik burjuva demokratik devrimlerle doğmuştur ve milli egemenlik ve milliyetçilik akımıyla eşgüdümlü doğmuştur o yüzden aynı tarihsel sürecin gerçeklerini ve yeni doğruları taşımaktadır. Bizim toplumumuzda ise tarikatların devlet üzerindeki etkisi kırılmış ve halkına tam bağlı meclis kurulmuştur. Türkiye, laikliği milliyetçilik ve milli egemenlik fikriyle eşgüdümlü keşfetmiştir ve bu olgular birbirlerinin sarsılmaz bağlayıcısıdır, birbirine sımsıkı bağlıdır. Çünkü aynı tarihsel süreçlerin ürünüdür. “Burjuva Demokratik Devrimler” ve “Milli Demokratik Devrimler” sürecinden sonra egemenliği tanrısal kaynaklara dayandırmanın tarihsel koşulları tamamen ortadan kalkmıştır. Artık egemenlik tanrısal kaynaklara değil halka ve millete dayandırılmak durumundadır. Laiklik olgusu ise milliyetçilik fikrinin ve cumhuriyet anlayışının garantörü olmuştur. 

“Şeriat- Laiklik” Türkiye Cumhuriyeti’nin neresinde var? 

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde iktidar mücadelesi devrim- karşı devrim mücadelesi olarak hala sürmeye devam etmektedir. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda demokratikleşme süreci şu programla ifade edilmiştir: Türkiye Cumhuriyeti; şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. 

Türk Devrimi’nin kadro sorunu, Atatürk öldükten sonra kendisini çok yalın şekilde göstermiştir. Atatürk’ün vefatından sonra 1945 yılında, Küçük Amerika söylemi üretilmiştir ve bu söylemin partisi olan Demokrat Parti, 1950 yılında iktidar olmuştur. Türk evlatları, Kore’ye ABD rızası için savaşa sokuldu ve 1000’e yakın Türk askerinin şehit olması sonucunda Türkiye, ABD’nin dünyaya jandarmalık etme örgütü olan NATO’ya 1952 yılında üye oldu. NATO, devletimizin içerisinde gladyo yapısını örgütleyerek FETÖ’nün köklerini o yılda atmış oldu ve Orta Çağ kuvvetlerine güç verdi. 12 Eylül Amerikancı darbesi sonrasında ise ABD’nin Türkiye üzerindeki hakimiyeti iyice arttı ve Orta Çağ kuvvetlerinin devlet üzerindeki kuvveti iyice artmış oldu. Vatan Partisi önderliğinde, Devrim Kanunları Uygulansın kampanyası sonrasında 28 Şubat süreci ABD’ye karşı başlamış oldu ve ordu, devlet içerisinde örgütlenen gladyo yapısına karşı sert bir savaşıma girmiş oldu. Türkiye’de orta çağcı ve radikal İslamcı fikirler ABD eliyle kuvvetlendirildi. Cumhuriyet’in kolonları ise bu kuvvetlere karşı dik duruş sergiledi ve Cumhuriyet’e, Laikliğe sahip çıktı. Bu mücadele ve ikilik içerisinde topluma suni bir kutuplaşma dayatıldı: laik- anti laik…

Bugün Yer6 Film Youtube kanalında gördüğümüz savaşım ise Türkiye’nin ABD’ye karşı verdiği mücadeleyle bağı olmayan aslı laikliğin ve cumhuriyetin sistemli şekilde savunulmasına dayanan bir tartışma değildir.

Laiklik ve İslam birbirine karşıt mıdır? 

Laiklik bizi İslam’dan uzaklaştırmalı mıdır? Bu kutuplaşmanın, laik sistemin ve İslam’ın gerçek bir medeniyet devrimi olmasının olumlamasını yapabileceğimiz en önemli soru budur?

İslam bir medeniyet devrimidir ve zamana yenilmeyecektir. Bizim laik sistemi ve İslam’ı yerli yerince değerlendirebilmemiz için İslam’ın kendi içerisindeki o tarihsel özelliğini tespit etmemiz gerekmektedir. İslam’ın içerisinde hep zamana uygun olma mücadelesi vardır. 


Önce Kur’an-ı Kerim’in içerisindeki örneklendirmelerden bu değerlendirmeye başlamak doğru olacaktır. Nesih- Mensuh olarak nitelendirilen metodu Kur’an-ı Kerim’in içerisinde gözlemleyelim.

NESH: “Bir hükmü değiştirmek, iptal etmek.”

NASİH: “Hükümsüz bırakan, değiştiren.”

MENSUH: “Hükümsüz bırakılan, değiştirilen.”

  • “Bir âyeti neshettiğimizde veya onu ertelediğimizde / (unutturduğumuzda) ondan daha hayırlısını veya mislini getiririz…” (Bakara, 2/106)
  • “Bir âyeti başka bir âyetin yerine getirdiğimizde (değiştirdiğimizde) -ki Allah ne indirdiğini gâyet iyi bilir- sen sadece uyduruyorsun derler. Hayır, öyle değil! Ama, onların çoğu bilmez.” (Nahl, 16/101)
  • “Allah dilediğini siler, dilediğini bırakır. Ümmü’l-Kitab O’nun katındadır.” (Ra’d, 13/39)

Kur’an-ı Kerim içerisinde de gördüğümüz gibi Kur’an-ı Kerim’in kendi ayetleri dahi kendi sistemi içerisinde yenilenebilir. Yeni bir hüküm eski bir hükmü ortadan kaldırabilir. Bu geleneksel anlayışta Muhkem ve Müteşabih ayetler arasında bir ayrım gözeterek yorumlanırken başka şekillerde de yorumlanmaktadır. Nesih- Mensuh kapısının ise hala kapanmamış olduğu çok bilinen yorumlamalardan biridir. İmam Maturidi bunu şu ifadeyle dillendirmiştir: “ictihadi nesih”

Onun dışında İslam’ın tarihselliği birçok İslam alimi ve düşünülür tarafından dile getirilmiştir: İmam Maturidi ve Ebu Hanife bunun en büyük örneklerindendir.

Daha güncelde ise, Fazlur Rahman, Mısırlı Nasır Hamid Ebu Zeyd, Hasan Hanefi, Muhammed İkbal, Cemaleddin Efgani büyük örneklerdendir. 

Türkiye’de de İslam’ın zamana uygunlaşması mücadelesine büyük katkılara vermiş Bahriye Üçok, Yaşar Nuri Öztürk gibi örnekler de vardır. 

İmam Maturidi ve Ebu Hanife’nin bu konudaki değerlendirmeleri bilhassa Maturidi’nin “içtihadi nesih” olarak nitelendirdiği usul, özellikle de Sünni İslam anlayışı için çok önemlidir. Maturidi ve Ebu Hanife, itikadi ve ameli olarak Sünni anlayışının merkezindeki mezheplerin kurucularıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nde yakın bir örnek ararsak, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın TOKİ’nin sosyal konut projelerine dair verdiği fetvada faize olan yaklaşımında görmüş olduk. Birçok İslami düşünürün de faiz ile riba arasına çizdiği ayrımla İslamı tarihsel olarak yorumladıklarını görüyoruz. 

O yüzden bugünün en yanlış tutumu, İslam ve Laikliği tam karşıt olarak nitelendirmektedir. İslam’ın ve şeri hükümlerin günümüz toplumsal yaşamı için güncel yorumlamalara açıklığı ve her zaman yenilenmesiyle birlikte döneminini hukununu temsil ettiği için günümüzde laik sistemle doğrudan savaşım içerisinde olmak durumunda olmadığını söylemek doğru olacaktır. İslam’ın bu tarihselliği, laik sistemin Türkiye’deki ve dünyadaki konumu günümüzde bulunan suni laik- anti laik kutuplaşmasını bitirecektir. İslam yukarıda belirttiğimiz anlayışlarla zamana yenilmeyecektir, günümüze uygun reformcu atılımlarla içerisindeki medeniyet devrimcisi karakterini yeni toplumsal düzenin içerisinde koruyacaktır. İslam’ın kendi içerisinde bulunan zamana uygun olma mücadelesi, Türkiye’de de İslami anlayışların laiklikle uzlaşabileceği fikrini kuvvetlendirecek ve zamana uygun olmak adına reformcu anlayışlar İslam dünyasında iyice kuvvetlenecektir.