Berke Mustafa Berkil, Öncü Gençlik MYK Üyesi ve İstanbul İl Başkanı
Dünyanın dört bir yanında liberal ekonominin hazin sonu tartışılıyor. Emperyalist sistemin efendileri bunun koronavirüs salgınından kaynaklandığını dile getirse de Aydınlıkçıları takip edenler için bu krizin salgınla başlamadığı ayan beyan ortada.
Emperyalist sisteminin geldiği noktada insanlık çözemeyeceği sorunlarla karşı karşıya kaldı. Sovyetler Birliği’nin yıkılması ile güç savaşından galip çıkan Amerika “Yeni Dünya Düzeni” ile dünyanın jandarmalığına soyunduğunu ilan ediyordu. Bu kapsamda da silah zoruyla dünya çapında saltanatının kaynağı olacak doları hakim kılmıştı. Ancak bu düzenin böyle gitmeyeceği en başından belliydi. Nitekim devrimci önderimiz Atatürk daha 1920’li yıllardan emperyalizmin bir gün yok olacağını söylemişti. Dünyanın bütün kaynaklarını talan eden, insanı insan yapan bütün değerlere saldıran, doğayı yok eden ve gözü dönmüş özel çıkar çılgınlığı içerisinde gittikçe çürüyen emperyalist mafya sistemi üretimden kopmasının yarattığı depremleri, daha fazla dolar basarak çözeceğini zannetti. Fakat sorunu çözmek yerine krizini daha da derinleştirerek ekonomiyi bir balon gibi şişirmiş oldu.
İnsanlığın Büyük Çözümü Asya’nın Bağrından Fışkırıyor!
Sistem yaşadığı bu derin krizin içerisindeyken koronavirüsün dünyanın dört bir yanına yayılmasıyla bu ekonomi balonunun patlayacağı herkes tarafından görülür hale geldi. Çünkü emperyalist mafya sistemi Amerika’da, Batı’da kendi insanının canını kurtarabilecek bir refleks gösteremedi. Virüs karşısında Batı’da sistem iflas etme noktasına geldi.
Batı’nın virüsle mücadelede önüne koyduğu işler, şu anda emperyalist mafya sisteminin ilk devre dışı bıraktığı kamu gücünün kullanılmasıyla mümkün kılınabiliyor. Salgınla mücadelede sağlık sistemini sistemli ve düzgün işletebilmek için hastaneler devlet kontrolüne alınıyor. Devlet bütçesinden özel sektöre, bireylere destek paketleri açıklanıyor. Bu seferberlik en sonunda da Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres’in ağzından “virüsü bastırılmasının bütün ülkelerin koordineli bir şekilde bir araya gelerek, kişilerin ve işletmelerin hayatta kalabilmesi için devreye girmesiyle mümkün olacağı, bunun için de savaş ekonomisine geçilmesi gerektiği” şeklinde ifade ediliyor.
Çünkü bütün dünyanın önünde başarının anahtarı duruyor. Dünya Sağlık Örgütü başta olmak üzere herkes salgınla mücadelede devleti önderliğinde halkını ve diğer kurumları seferber ederek koronavirüsle mücadeleyi kazanan Çin’i örnek gösteriyor. Çin’in kamuculuk ekseninde ortaya koyduğu politikalar 21. Yy’ın tunç kanununu gözler önüne seriyor. 10 yılda 15 milyon her yaştan gencin yaratılması ya da 1920’li, 1930’lu yıllarda Refik Saydamların önderliğinde salgın hastalıklara karşı milletin yaşatılması bu tunç kanunun Kemalist Devrimimizin felsefesini oluşturmasından kaynaklanıyor. İnsanı yaşatmanın koşulu devletin bağımsızlığında ve insanı merkeze alan kamucu sistemin inşasında yatıyor!
Asya Çağı için Kemalist Devrim’i Tamamlamak
Çin başta olmak üzere Asya uygarlığının bütün dünyaya koronavirüsle mücadelede insanlık dersi verdiği günlerdeyiz. Bu ders önümüzdeki dönemin ilkelerinin ne olacağına dair işaretler veriyor. Kamucu, halkçı, bağımsızlıkçı, insancıl ve paylaşmacı Asya Çağı’nın kapıları açılıyor.
Paylaşmacı Asya Çağı’nın insanlığa sunduğu sistem noktasında milletimizin engin bir birikimi var. Orta Asya’nın bozkırlarından başlayan Türklerin uygarlık yolculuğu dünya tarihine ciddi bir birikim katmıştır. Schmidt, Oppenheimer gibi sosyal bilimcilerin devlet kuruculuğunun kökeninde “Atlı Çoban Kültürü” olduğuna ilişkin tespitleri aslında bu konuda Türklerin engin birikimine bir vurgudur. Atlı çoban kültürünün yüksek örgütlenme yeteneği Türklerin Asya’dan Avrupa’ya ve Afrika’ya kadar geniş bir coğrafyada devletler kurmasının yanında, bu geniş coğrafyada yaşayan başka halklarla karışarak birlikte yaşama ve yaşatma kültürü de yaratmasını sağlamıştır. Bu kültürün üstünde Selçuklu ve Osmanlı gibi imparatorluklar geleneği yükselebilmiştir. Dolayısıyla Türklerin tarihi devlet kuruculuğu açısından zengin pratikler tarihidir.
Engin devlet birikimimizle birlikte 20.yy’a damgasını vuran Kemalist Devrim atağımız Paylaşmacı Asya Çağı’nın devletleri ve milletleri için çok önemli bir örnek yaratmıştır. Emperyalist devletlerin paylaşmak için birbiriyle savaştığı “Hasta Adam” Osmanlı Devleti’nden başı dik, bağımsız, milletine dayanan, kamucu, halkçı bir sistem inşa edilmiştir. O inşa edilen ülke uygulanan beş yıllık kalkınma planları ile Sovyetler Birliği ile birlikte dünyanın en hızlı gelişen iki ülkesinden biri olmuş ve tarihe Türk Mucizesi olarak geçmiştir. Kemalist Devrim’in birikimine dayanmak ve devrimimizi tamamlamak önümüzdeki yeni uygarlık kalesinin inşasına katılmak anlamına gelecektir.
Vatanımızı Savunmak İçin Tam Seferberlik, Tam Seferberlik İçin Savaş Ekonomisi
İçinde bulunduğumuz koşullar İstiklal Savaşı’mızın koşullarına çok benzemektedir. Vatanımızın bütünlüğü, milletimizin birliği ve ekonomimiz bugün de tehlike altındadır. Amerikan emperyalizmi ve taşeronları ülkemizi dört bir taraftan kuşatmaya çalışmaktadır. Ordumuz ve emniyet güçlerimiz başta olmak üzere devletimiz ve milletimizle vatanımızın bütünlüğü için 2015’ten beri kararlı bir mücadelenin içerisindeyiz. Fakat bu mücadelede başarının anahtarı emperyalizmle mücadelenin devamlılığı için bu mücadeleyi sağlam temeller üzerinde yükseltmemiz gerekecektir. Atatürk “Siyasal, askeri zaferler ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazlarsa meydana gelen zaferler devamlı olamaz.” uyarısı hayati önemdedir.
Kemalist Devrim’den koparılarak emperyalist merkezlere bağlanan ülkemiz borçla boğuldu, kamuya üretimden el çektirildi ve ekonomimiz sıcak paraya bağımlı hale getirildi. Emperyalist sistem derin bir kriz içerisine yuvarlanırken 70 yıllık bu faturanın ortaya çıkmaması mümkün değildi. Üstüne bir de koronavirüs sebebiyle ağırlaşan koşullar ülkemiz için çıkış yolu olarak bir Üretim Devrimi’ni zorunlu kılmaktadır.
Gerek emperyalizme karşı verdiğimiz mücadele gerek koronavirüsle mücadelemiz bu iki sorunun yarattığı zorlukları göğüslemek için olağanüstü çözüm önerilerinin uygulanması gereken zemini yaratıyor. Bizim “Milli Direnme Ekonomisi” olarak ifade ettiğimiz olağanüstü çözüm önerileri, farklı dönemlerde Savaş Ekonomisi olarak adlandırılmıştır. Bugün içerisinde bulunduğumuz sancılı süreçten çıkış için en büyük avantajımız, gerek 1.Dünya Savaşı’nda İttihat ve Terakki’yle gerek İstiklal Savaşı’nda Millet Meclisimiz ile zengin bir Savaş Ekonomisi tecrübesi biriktirmiş olmamızdır.
Direnişin Temeli: İktisadın Millileştirilmesi
Ancak bu program ülkenin önündeki stratejiyi doğru tespit ederek devlet eliyle halkın çıkarları doğrultusunda seferber edilmesiyle başarılı olabilmektedir. İttihat ve Terakki öncelikle stratejiyi belirledi. Strateji halkın yaşamını devam ettirmek ve ülkenin savunulmasını aksatmamak amaçları doğrultusunda devletin ve halkın seferber edilmesiydi. Bu kapsamda birçok adım atıldı. İlk adım Osmanlı’nın her türlü adımını kısıtlayan kapitülasyonların kaldırılması oldu. Ardından Teşvik-i Sanayi Kanunu ile yerli fabrikanın açılmasında kolaylık sağlandı, yerli imalata öncelik verildi. Ticari işlemler Türkçe kullanılmasını zorunlu tuttu ve yerli sanayiciyi korumak için ithal mallara yüksek vergi konuldu. Sermaye biriktirmek için önce kendi üyelerinin sermayeleri ile şirketler kuruldu ardından o şirketlerin biriken sermayeleri ile Müslüman Türk eşrafın yeni şirketler açmalarını sağladı.
İttihat ve Terakki bu adımları atarken hedefi çok netti: Ticaret ve Ziraat Nezareti’nin adı Milli İktisat Nezareti yapıldı… Osmanlı’da bankalar gayrimüslimlerin kontrolündeydi. Fakat savaşta buna tahammül yoktu, onun için gerekli hazırlıklar yapıldı ve önce İtibar-ı Milli Bankası ardından Konya başta olmak üzere bazı şehirlerimizde yerli bankalar açıldı.
Fakat tabi bir yandan da halkın aç kalmaması için belirli adımlar atıldı. İstanbul merkezli yerel tüccar, bakkal ve iş adamlarından oluşan bir Esnaf Cemiyeti kuruldu. Bu cemiyetin amacı ihtiyaç maddelerinin piyasada olmasını sağlayıp fiyatları düzene sokmaktı. Cemiyetin ardından bu sefer yasal düzenlemesine geldi sıra ve kanunlar çıkartıldı. Sonrasında alt düzeyde bürokratları da ticari faaliyete katıp kurduğu Memur Şirketi ile hem piyasayı belirli bir düzende tuttu hem de Anadolu’da temel ihtiyaçların üretileceği atölyeler kuruldu ve tarım desteklendi. Dikkat edilirse bu hamlelerin hepsi kamunun önderliğinde yapıldı, uygulanabildi ve başarılar kazanıldı.
1. Dünya Savaşı sırasında İttihat ve Terakki’nin izlediği bu politika İstiklal Savaşı’nı sürdürebilecek zeminin hazırlanmasında olağanüstü önem arz etmektedir. 4 sene gibi kısa bir sürede İttihat ve Terakki liderliği dışa bağımlı, tükenmiş, elinde sermaye ya da Müslüman Türk eşrafa ait işletme bulunmayan bir ülkeden 4 sene boyunca birçok cephede İngiltere, Fransa, İtalya gibi ülkelerle savaşabilen bir Osmanlı Devleti yaratabilmiştir. Eylül 1918’e gelindiğinde Osmanlı Devleti’nde 80’e yakın şirket milli sermayeye dayanarak kurulmuştu. Osmanlı Devleti sırtındaki en büyük kambur olan kapitülasyonlardan ve Düyun-u Umumiye’den kurtulmuştu.
İttihat ve Terakki’nin yukarıdaki adımlarla başladığı savaş ekonomisi programı Atatürk önderliğinde İstiklal Savaşı’nda uygulanmaya devam etti. Çünkü tehdit aynı tehditti. 1914’te başlayan savaş devam ediyordu. Bunun için aynı strateji altında o dönemin hükümeti olan Büyük Millet Meclisi önderliğinde savaşan orduyu mühimmatsız, erzaksız, ekipmansız bırakmamak için Tekalifi Milliye Emirleri’ni yayınlamıştı. Vatanın bağımsızlığını sağlamak ve sonrasında millete daha fazlasını vermek için topyekûn halk seferber edildi ve herkes ellerindekileri verdi. Savaşın hemen ardından ise kamucu, devletçi perspektifle atılan adımlar sonucu aşar gibi köylüyü mahveden uygulamalara son verildi ve bütün milletin karnını doyurabilmesinin önündeki engeller kaldırıldı.
Dolayısıyla devletin kararlılığı, halkın disiplini ve çabaları ile İstiklal Savaşı’nı başarıya ulaştıran program böyle uygulandı. Buradaki başarılar bugün açısından tarihi dersler barındırmaktadır.
Üreticilerin Milli Hükümeti İçin Görev Başına
Savaşlar, salgınlar gibi toplumsal açıdan büyük olaylar aynı zamanda köklü değişikliklerin yaşandığı dönemlerdir.
Partimi programımızın esası olan Kemalist Devrim’i tamamlama hedefi, bugün çok daha yakıcı görev halini almıştır. Bu hedefin günümüzdeki karşılığı Üreten ve Birleşen Türkiye’dir.
Türkiye’yi içinden geçtiği krizden kurtarmak, salgınla mücadele etmek ve Üretim Devrimi’ne geçmek için öncelikle Milli Direnme Ekonomisi’nin hayata geçmesi gerekmektedir. Bu kapsamda da:
- 1- Gıda güvenliği
- 2- Güvenliğin güvenliği
- 3- Sağlığın güvenliği
- 4- Eğitimin güvenliği ve devamı
- 5- Enerjinin güvenliğinin sağlanması gerekmektedir.
Bu 5 maddenin hayata geçmesi için tıpkı İttihat ve Terakki’nin ve Atatürk’ün yaptığı gibi devletin önderliğinde bütün milletin seferberliği gerekmektedir.
Bütün milletin seferberliği ancak toplumun bütün kesimlerini, üreticileri kapsayan bir Üreticilerin Milli Hükümeti’nin kurulması ile mümkündür Vatan Partisi programı ve kadroları ile kurtuluş hükümetinin merkezinde yer alacaktır. Üzerimize düşen görevlere hazırız.
Kaynakça:
Doğu Perinçek, Mafyokrasi
Doğu Perinçek, Bozkurt Efsaneleri ve Gerçek
Feroz Ahmad, İttihatçılıktan Kemalizme
Zafer Toprak, İttihat-Terakki ve Cihan Harbi Savaş Ekonomisi ve Türkiye’de Devletçilik 1914-1918
Teori Dergisi Kasım 2016 sayısı
Teori Dergisi Ekim 2018 sayısı
Teori Dergisi Aralık 2018 sayısı
Doğu Perinçek, Merhaba Kamuculuk Yazı Dizisi
oncugenclik.org.tr