Ana Sayfa Yazılar EREN ÖZTÜRK YAZDI: TÜRKLER İSLAMİYETİ KILIÇ ZORUYLA MI KABUL ETTİ?

EREN ÖZTÜRK YAZDI: TÜRKLER İSLAMİYETİ KILIÇ ZORUYLA MI KABUL ETTİ?

4623

Eren Öztürk, Öncü Gençlik GYK Üyesi

Türklerin İslamiyeti kabul etmesi konusundaki görüşler iki uçta inceleniyor:
Birincisi, Türkler İslam’la karşılaşınca İslam’ı kucakladılar.
İkincisi, Türkler kılıç zoruyla Müslüman oldular.

Herhangi bir topluma toplumsal-ekonomik açıdan kabul etmeye hazır olmadığı bir sistemi zorla benimsetmek mümkün mü?
Bizce değil. Ondandır ki Türk kavimleri arasında İslamiyet’i ilk benimseyenler yerleşik hayat ve tarımda bir hayli ilerlemiş ve şehirler kurmuş olan Karahanlılar oldu. Her toplum eşiğine geldiği veya içine girdiği toplumsal süreçlere uygun kurumları ve ideolojiyi kabul eder. Kılıç orada bir araçtır. Ancak medeniyet kuruculuğu aşamasına gelmemiş bir toplumu kılıçla medeniyete geçiremezsiniz, ama kesip doğrayabilirsiniz.
İslamiyet’e bugünden bakıp geri bulanlar zamanın koşullarına göre değerlendirdiklerinde dönemin coğrafyasına ileri bir sistemi getirdiğini göreceklerdir. Ticaret uygarlığına geçişin ideoloji ve kurumlarını getiren İslamiyet kabile savaşlarına son verip, ticaret, bilim, özel mülkiyet, devlet ve ordu kavramlarını düzenleyici rol üstlenmiştir.
Örneğin; Arabistan’ın Bedevi toplumları ticaret uygarlığını kurma eşiğine geldikleri için İslamiyeti benimsediler. Orada da savaşlar oldu. Ancak o savaşları ticaret uygarlığına önderlik eden İslamiyet kazandı. Kazanan kılıçtan ziyade uygarlığın ilerleticisi olan sistemdi. Aynı değerlendirme, İran ve Türk kavimleri için de geçerlidir.
Ya da Amerika’yı işgal eden Avrupalılar, kabile toplumu koşullarında yaşayan Amerikalı Kızılderililere kapitalist toplumda örgütlenmeyi zorla dayatamazlardı ve dayatamadılar. Çünkü Kızılderililerin toplumsal ve ekonomik yapısı uyuşmazlık içerisindeydi.
Öte yandan şöyle de bir durum var: Türkler Müslüman olduğunda kılıcı kendi ellerinde tutuyordu, üstün ve güçlü taraf olarak Müslüman oldular. Daha sonra Moğolların da Müslüman olması gibi…
O zaman tarihçi Barthold’un dediği gibi gönüllü olarak, ellerinde kılıçlarıyla bu yeni dine giren Türklerin kendilerine sunulana değil, kendi kabul ettiklerine girdiklerini söylemek yanlış olmayacaktır.
Bu yazıyı okuyanlara önereceğimiz esas kaynaklardan biri Uygur Türkü Seyfeddin Aziz’in Türkiye’de Kaynak Yayınları tarafından “Türklerin Müslümanlığa Geçişi” başlığıyla yayımlanan Satuk Buğra Han adlı romanıdır.
Roman Karahanlılar’ın Satuk Buğra Han döneminde İslamiyeti kabul etmelerinin öyküsünü gerçeğe yakın bir kurgusallıkta anlatıyor. Kitaptaki süreci ve diyalogları okuduğunuzda yukarıdaki iddianın doğruluğuna daha çok yaklaşıyorsunuz.


Benzerlikler
Arapların sunacağı bir tevhit inancının Türkler açısından şaşırtıcı ve yeni bir ciheti yoktu, çünkü kendileri zaten “kadir-i külli şey” olan bir tek Tanrı’ya inanıyorlardı. Doğudaki eski Türklerin en özgün metinleri olan Orhon Yazıtları’nda tek olan, her şeye gücü yeten ve denetleyen bir Tanrı inancı bariz görülür.
Hint mitolojisinden aldığımız çarka oturarak, arabesk çağında “kahpe felek” haline getirdiğimiz kötü talihin döngüsel yapıdaki kaynağına eski Türkler “ödlek” derdi. Bu kelime “öd” zaman kökenlidir. Alper Tonga öldi mü, ödlek öçin aldı mu?
Sonraki çağlarda İran kökenli inanışların etkisiyle kötülük tanrısı haline gelen Erlik, eski Türklerde ölüm meleği, yani Azrail idi.
Benzerlikleri daha da artırabiliriz.


Üç aşama
640’lardan itibaren yanı başlarına ulaşan İslam ile tanışmaya başlayan Türkler, hem Kafkaslar hem de Türkistan’da Emevîlerin saldırgan/savaşkan tutumlarını görünce cephe aldılar. Türklerin İslama girişini etkileyen ve hatta geciktiren “kötü bir tanışma” dönemi oldu. Biz bunu İslamla değil de Araplarla tanışma olarak alalım. Sonuçta o dönemde yabancı topluluklar dinlerinden ziyade etnik kimlikleriyle biliniyordu.
Türklerin kendilerine daha yakın gördüğü Ebû Müslim, Samanîler gibi etnik topluluklar artık Orta Asya’da İslam’ı Araplardan almış, kendileri sahiplenmişti. Türkler İslam’ı Araplardan değil, Orta Asya yerlilerinden tanıdılar. Buna ikinci tanışma safhası diyebiliriz. Türkçenin geleneksel İslam dilinin Arapça değil, bu dillerden ödünçleme olması (çoğunlukla Farsçadan olarak peygamber, namaz, abdest, oruç vb.) bu gerçekle ilgilidir.
Bir sonraki kademede, 9. Yy’ın son demlerinde Müslüman olmayan ama kentsel ticari alanlara uğrayan veya kendi memleketlerinden geçen kervanlarla hemdem olan Türkler, karşılarında artık Müslüman soydaşlarını, en azından Türkçe konuşan Müslümanları daha çok görmeye başladılar. Dahası bozkırdaki kıtlık zamanı yerleşik hayata akın yaptıklarında kendi Müslüman soydaşlarını buldular. Buna da üçüncü aşama diyebiliriz.


Sonuç
Türklerin İslamiyete geçişi kılıç zoruyla değil, toplumsal-ekonomik-ideolojik süreçle olmuştur.
Türkler İslamiyet’e kucak açarak kabul etmemişlerdir, yazıda değinilemeyecek kadar uzun olan sebeplerle gecikmiştir.
Eğer “Türkler kılıç zoruyla Müslüman oldular” dersek, o tarihsel dönemde “Türklerin medeniyete geçme süreçlerini yaşadığını” bilmiyor duruma düşeriz ve Türk imparatorluk ve devlet birikimi yanında İslamiyetin tarihsel rolünü de göz ardı ederiz. Bu tür değerlendirmeler İslamiyete ve özellikle İslama karşı tarihsel olmayan konumlanışın ürünüdür. Bu vesileyle tüm okuyuculara Doğu Perinçek’in “Hz. Muhammed Silahlı Peygamberin Medeniyet Devrimi” kitabını öneriyoruz.

Kaynakça:

1 Doğu Perinçek, Hz. Muhammed Silahlı Peygamberin Medeniyet Devrimi, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2019, s. 32
2 Osman Karatay, Türklerin İslamı Kabulü, Kripto Yayınevi, İstanbul, 2018, sayfa 180
3 A.g.e s.197

4 Osman Karatay, Türklerin İslamı Kabulü, Kripto Yayınevi, İstanbul, 2018, s. 195

oncugenclik.org.tr, 5.6.2019