Ana Sayfa Manşet “BABACAN’IN ATATÜRK’Ü” HİKAYESİ

“BABACAN’IN ATATÜRK’Ü” HİKAYESİ

883

Tarih 19 Mayıs 1919. Payitaht İstanbul fiili işgal altında. Saltanat tümüyle düşmana teslim. Köşe başları düşman askerleri tarafından tutulmuş. Türkler yabancı askerler tarafından çaresiz bir sükut içinde ve yürekleri patlarcasına ama bir o kadar da sessiz bir öfkeyle itilip kakılıyor. Türk kadınları, düşman askerlerinin ırz düşmanlığıyla kapladığı sokaklara çıkamıyor.

Ve Ankara kasabasından payitaht İstanbul’a bir telgraf… Gönderen kısmında gerçekten çavuş mudur bilinmez, “Ali Çavuş ve arkadaşları” yazıyor. Alıcı, “Mirliva Mustafa Kemal Paşa.” Eğik bükük bir yazıyla yazılan telgrafı alan Mustafa Kemal Paşa ne yazdığını tahmin ettiği kağıdı okumaya başlıyor:

“Çanakkale kahramanı, büyük komutan Mustafa Kemal Paşa’ya,

Paşam biz Ankara kasabasında yaşayan bir avuç vatanseveriz. İstanbul’da olanlardan üç gün geriden de olsa haberimiz olmaktadır. Havadisleri büyük bir hınç ve öfkeyle takip etmekteyiz. Samsun’da, Erzurum’da, Sivas’ta, Diyarbekir’de, Elaziz’de, Rumeli ve Trakya’da, Toroslarda, İzmir’de ve payitaht İstanbul’da yaşayan Türk fanilerinin de geceleri aynı duygularla uyuyamadığını biliyoruz. Biz hayatında esaret görmemiş Türk milletiyiz. Hepimiz on yılda on cephede savaştık. Gaziyiz, şehadete adayız. El ele verirsek bu işgalcileri kovmayı da biliriz elhamdülillah. Fakat bir baş gerek Paşam. Bu baş da Çanakkale Kahramanı zatıalinizden başkası olamaz. Sizi canımız pahasına korumaya hazırız. Lütfen bizi duyun ve cevapsız komayın Paşam. Derin saygı ve muhabbetle…

İmza; Çanakkale Gazisi Ali Çavuş ve arkadaşları”

Mustafa Kemal’in öngörüsü tutmuştu. Tam da tahmin ettiği gibi bir telgraftı. Telgrafı ilk eline aldığında düşündüğü gibi yaptı ve buruşturup çöpe attı.

Yazanlar iyiydi, hoştu fakat imkansızdı. Ordusu dağılmış, insanları açlıktan kırılan bir millet koca ordulara direnebilir miydi? Üstelik İstanbul dahi elden çıkmışken… Mustafa Kemal de içinden bunları geçirdi. Ona göre en mantıklısı düşmanın suyuna gitmek ve dümenine girmekti. Onun için bundan sonraki en önemli iş, İstiklal Caddesi’nde sağa sola hakaretler yağdırarak gezen İngiliz komutanlarını selamlamak ve onların gözlerine girmekti, onlardan “aferin” almaktı. Zaten kendisi paşaydı. Düşmanın kontrol ettiği bir Türkiye’de etliye sütlüye karışmadan rahat rahat yaşardı.

Ekseriyeti İstanbul’da olmakla birlikte yurdun farklı bölgelerinde “Dost Kuvvetlerin Güvencesinde Yeni Hayatımız” başlıklı işgale ısındırma konferansları yapılıyordu. Kimi zaman Mustafa Kemal Paşa da bu konferanslarda konuşmacı oluyordu. Nitekim tanınan, güvenilen biriydi. 25 Mayıs 1919’da Sultanahmet’te yaptığı bir konuşmada, “İngilizce, Fransızca, Rumca, Ermenice ve Kürtçe anadilimiz olmalı ve bu okullardan başlamalı” demişti.

Aynı konferansların Ankara ayağında da, “Paramız yok. Yiyecek ekmeği zor buluyoruz. Duyunu Umumiye daha iyi uygulanmalıdır” diyordu. “Uygulanmayacaksa uygulanacak birileri bulunur elbet” diyerek de Maliye Nazırının koltuğunda gözü olduğunu beyan ediyordu.

Kürt Teali Cemiyeti’nin düzenlediği bir konferansta da Şeyh Sait’le birlikte konuşmacı olan Mustafa Kemal, Şeyh Sait’in konuşmasının altına imza atacağını söylüyor ve “Geleceğimiz İngiltere ve Amerika’nın kanatlarının altında güvendedir. Yeni Anayasamızda illa ‘Türk’ yazsın diyerek onları incitecek şeylerde diretmemeliyiz” diye ekliyordu.

Mutafa Kemal Paşa İzmir’de Derviş Mehmet adıyla tanınan cemaat lideriyle birlikte konferans verirken bir protestoya da uğramıştı. Söz alan ve sonrasında isminin Hikmet olduğu öğrenilen bir Tıbbiye öğrencisi, “Sizi reddediyoruz” diye bağırmıştı. Bağırdıktan sonra derdest edilerek dışarı atılan Hikmet’e Mustafa Kemal’in yorumu, “Sen mi kurtaracaksın memleketi? Gençlik heyecanı işte…” olmuştu.

YETER

Daha fazla yazamayacağız. Hikaye de olsa daha fazla oynatmaya kalemi, basmaya klavyeye elimiz varmıyor. Tarihin böyle yazıldığını, Mustafa Kemal’in böyle biri olduğunu düşünebiliyor musunuz? Ali Babacan düşünüyor. Anlıyoruz ki kendini de inandırıyor. Zira Atatürk portresinin önünden fotoğraf paylaşıyor. Atatürk’ü oy deposu olarak görüyor tabii, işin aslı.

Babacan’ın fotoğraf çekileceği Atatürk ancak bizim uydurma hikayemizdeki Mustafa Kemal olabilir. Düşmandan aferin bekleyen, Türkiye’yi bölecek hususların önünü açan, düşmanın aynı kendisi gibi uşaklarıyla boy gösteren…

BABACAN’A ÖNERİMİZ

Atatürk’e karşı Atatürkçülük olmaz. Atatürk kendini bilmezlerin oy deposu değildir. Daha açık yazalım; düşmandan aferin bekleyen, Türkiye’yi bölmek için kırk takla atan, açıkça Türkiye düşmanlarıyla el ele veren, “Türksüz Anayasa” vaatlerinde bulunan sizler hangi hadle Atatürk portresinin önünde poz veriyorsunuz? Atatürk maskesiyle Ankara’yı Washington’a bağlayabileceğinizi mi zannediyorsunuz? Bu millet buna izin verir mi sanıyorsunuz?

Ali Babacan’a samimi önerimiz dürüst olması ve Biden portresinin önünde bir fotoğraf paylaşmasıdır. Hiçbir konuda dürüst değilsiniz bari sizi kukla misali oynatana sahip çıkmakta, kimin emelleri için çalıştığınızı göstermekte dürüst olun.

Ata Ogün Kaplan

Öncü Gençlik Genel Başkan Yardımcısı